"Eğer bir insan İngiliz değilse, kesin yamyamdır !" (*)

     

Bengalli bir kadın sömürgeci bir İngiliz’i sırtında taşıyor.

Modern dönemlerde ırkçı düşünce ve uygulamalar ilk olarak Hristiyan toplumlarda ortaya çıkmıştır. Batı dünyasında farklı ırkların kiliseleri bile ayrıdır. Amerika ve benzer ülkelerde siyahların kiliseleri ile Uzakdoğu kökenli olanların kiliseleri de ayrıdır. Irkçılık, Batı ülkelerinde sömürgecilikle zirveye ulaşmış, sömürgeciliğin doğurduğu kapitalist sistemler sömürgeciliği meşrulaştırarak sömürgelerde yaşayan insanları ikinci sınıf insan olarak görmüşlerdir. Hatta bırakın insan olmayı, vahşi birer hayvan olarak görmüşlerdir. Nitekim İngilizlere göre, İngiliz olmayanlar barbardırlar.

Kristof Kolomb, Amerika kıtasına ilk vardığında yazdığı bir mektupta burada gördüklerinin hayvanların gelişmiş bir türü olduğunu iddia etmişti.

Avrupalılar tarafından Amerika kıtası keşfedilince ateşli silahlarla kıtaya giden Batılılar, oradaki yerli halka karşı soykırım uygulayarak topraklarını zorla ellerinden aldılar. Birçok Kızılderili kabilesinin soylarını tükettiler.

ABD yönetimi, 1870 yılında yapılan nüfus sayımı sırasında ilk defa yerli halkı resmen farklı bir “ırk” olarak tanımlayıp bunların sayılarını hesaplamaya çalışacaktı. Yani egemen beyaz Amerikalılar, o yıla kadar yerlileri, resmi olarak, insandan bile saymamışlardı.[1]

1492 yılında Cristof Kolomp bu kıtaya geldiğinde, yerli halkın sayısı, yüz milyonun üzerinde idi. Bunlardan100 milyona yakını, işgalci Avrupalılar tarafından ateşli salahlarla ve taşıdıkları mikroplarla öldürülerek yok edilmişlerdir.

Yerlilerin topraklarını gasp eden Avrupalılar buralarda çiftlikler kurmuşlar, çiftliklerde çalıştırılmak üzere Afrika kıtasından siyah insanları köle olarak gemilerle kıtaya getirmişler, bu şekilde milyonlarca insan köle olarak kıtaya getirilmiş ve köle pazarlarında satılmışlardır. Çoğu Müslüman olan bu siyahiler zamanla zorla Hristiyanlaştırılmışlardır.

İnsan hakları Evrensel Beyannamesi hazırlayan Avrupalılar (beyanname metninde geçmese de) sadece Hıristiyan beyazları insan olarak kabul etmişler, siyahileri ve diğer ırktan olanları, hele de Müslümanları insan saymamışlardır. Bu durum günümüzde de hala devam etmektedir.

Ortadoğu’ya “Demokrasi” diye kan, gözyaşı, zulüm ve ölümden başka bir şey getirmiş değillerdir. Bu durum hala devam etmektedir. Ezilen, öldürülen, sürgün edilen, toprakları işgal edilenler Müslümansa sesleri çıkmamakla beraber bizzat kendileri bu eylemlerin mimarları ve uygulayıcılarıdır. 1948 yılında Birleşmiş Milletlerce Filistin topraklarının yarısı Yahudilere verilmiş ve orada Siyonist bir Yahudi devleti kurulmuştur. Bugüne kadar Siyonist Yahudilerin işgali sonucu Filistinliler kendi öz yurtlarında işgal altında veya Ürdün’deki mülteci kampları ve dünyanın çeşitli ülkelerinde sürgündedirler. Toprakları ise her gün Yahudilerin baskılarıyla zorla ellerinden alınmakta, direnenler de infaz edilmektedir. Gazze şeridine sıkıştırılan Filistinli Müslümanlar abluka altında yaşamaktadırlar. Bütün bunlar, ırkçı dünyanın ve Birleşmiş Milletlerin gözleri önünde cereyan etmekte, ama ölen ve ezilen kendilerinden olmadığı için göz yumulmakta, seyirci kalınarak hatta desteklenerek zulme rıza gösterilmektedir.

 

(Gazze’den Mısır’a bir tünel. Gazzeliler ihtiyaçlarını bu tünellerden temin ediyorlardı. Ancak Sisi yönetimi tünellere su basarak bunu engelledi.)

Esasen ırkçılık tarih boyunca Batı kapitalizmi ve koloniciliğine bağlı olarak farklı şekillerde gelişen insanlık dışı bir uygulamadır. Yukarda bahsettiğim gibi başlangıçta Amerika ve Karayipler’in yerli sakinleri olan Kızılderililer sömürgecilerin talan ve soykırımına uğramış, ırkçı teoriler de bu dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır. Sömürgeciler, ırkçılığı kullanarak buralarda baskı, zulüm ve soykırım uygulamışlardır.

1550 yılında İspanyol ilâhiyatçı Gaines de Sepulveda, Kızılderililer’in aşağılık bir ırk olduğunu ve bunların beyazlara hizmet etmek üzere yaratıldıklarını ileri sürmüştür. Bu görüş yıllarca Amerika’nın resmi görüşü olarak devam etmiştir.[2]

İngiliz köle avcısı ve avladıkları

On altıncı yüzyılın başlarından itibaren Amerika ve Karayipler’de siyahi köleler “hayvan sürüsü” olarak adlandırılıyordu. Siyah ırka mensup olanlar, beyazlar gibi giyinemez, onları taklit edemez, yediklerinden yiyemezdi. Patronları onların sahibiydi. Dilediğini veya onların çocuklarını satabilir, öldüresiye dövüp işkence edebilirdi. Çünkü onlar siyahtı ve insan değillerdi(!).

DEVAM EDECEK

(*) Prof. Dr. Hasan Boynukara

[1] Yusuf Küpeli, Kuba devrimi 50. yılını doldururken Kuba tarihinden notlar adlı makale.

[2] R. Şentürk, Kadir Canatan, a.g.e.