Kavaklar bol su ister diye bir bilgiye dayanarak, sulaklık alanlar zihnimde hep kavaklarla yer bulur.
Kavaklar, sazlıklar, kurbağalar... Bunlar, annemin şu an oturduğu ve rahmetli anneannemin bir sokak ötesinde oturduğu evlerin eski hallerinden bahsedilirken hep tanık olduğum ayrıntılar.
Öylesine sulakmış ki, evlerin bodrumlarını bile su basıyormuş kışın. Hattabazı yerler bataklıkmış. O bataklıklarla ilgili de bir sürü anı serpiştirilirdi konuşmalara. Örneğin annemi etkileyen olaylardan biri de şöyle
"Köyden eşeğine armut yükleyip satmaya getiren bir adam vardı. Bir gün bağırış çağırış içinde duyduk ki eşeği bataklığa saplanıp kalmış. Ne yaptılarsa çıkaramamışlar. Bataklık eşeği yutmuş." Olayı dinlediğimde eşek için çok üzülsem de, çevrenin ne kadar tehlikelere açık olduğunu görmek bana iyi gelmedi.
Neyse, uzatmadan ben kurbağalara getireyim lafı. Çünkü yaşanmışlıkları anlatırlarken beni en çok etkileyen kurbağalar olmuştu. Şöyleki, çocuklukta dinlediğim masallarda hep kurbağaların çıkardığı ses, dönüp dolaştırıp "bırak bırak" sesiyle örtüştürülürdü.
Ben bunu hep masallarda olur sanırdım.
Halbuki gerçekte de algılanabilirmiş. Hatta Gül teyzem yine kendine anlatılanlardan yola çıkarak, bunları bebek sanıyor ve onlar karnı aç olduğu için ağlıyorlar deyip elindeki yiyeceklerden bırakıp korkuyla uzaklaşıyormuş oradan.
Dolayısıyla öyle ya da böyle bir denge var doğada. Kurbağalar neyle beslenir bilmiyorum ama(Evde beslenmedikleri kesin. Çünkü Gül teyzem onlardan birkaçını alıp annem büyütmez mi diye de düşünmüş. Üstelik bunları düşündüğünde okul çağındaymış en azından
Bütün bunları aklıma getiren olay ise şuydu
"Bankta dinlenmek için biraz oturdum. Etrafı izliyorum. Yanımdan kız torununun elini tutmuş bir kadın geçti. Onlar geçti gitti ama, kız çocuğunun söylediği cümle benim beynimde çakılı kaldı.
BEN ANNEMİN KARNINDAYKEN... Cümlenin gerisini duymadım. Üstelik çocuk okul çağında bile değildi. Evet, biz kurbağalar gibi derelerden tutulduğumuzu ya da leylekler tarafından getirildiğimizi düşündük, buna inandık. Daha bir sürü masallara kandık. Fakat bu tür kıyaslamalar artık beni yoruyor. Buysa bu... Fakat ben, beni anlatırken birileri üzerinden de kendimi anlatmak zorundayım. Ya da yalnızca bugün için bildiğim yöntem bu. İsimler veriyorum (çoğu zaman kendilerinden izin alarak) isimler vermiyorum (sezileceklerinden korkarak) bazen de isyan ediyorum kendimi köşeye sıkışmış sanarak.
Kafa karmaşamı çok güzel özetleyen
"Yanlış Tercihler Mahallesi" Mario Levi' den bir alıntıyla yazımı sonlandırıyorum:
"Birbirini çok yaralanmış insanların tarihinden de geliyoruz ayrıca. Kendini öteki üzerinden tanımlamak başka bir şeydir, ötekini düşman bilerek kendini var etmeye çalışmak başka bir şey. Karışık mevzular bunlar..."
Niyetim kendimi tanımlamak. Kalemimi niyetime uydur Tanrım! Lütfen!