Kardeşimin elinde yaralı yavru güvercin. Didik didik etmişler kafasını ve vücudunu et yiyici diğer güvercinler. Yetim kuşu bulmuşlar ya…
Kardeşim, bir kutu ve şırınga istedi benden. “ Daha önce denedim, ama olmadı.” Dedi kafası karışık.
Verdim kutuyu, şırıngayı. Biraz sonra getirdi içeri koydu kuşu. Ben de, olumsuz duygularımı dışa vurunca küskün; bir baktım seninkisi kuşu aldı gidiyor.” Nereye gidiyorsun? “ diye sordum. O da yanıtladı:
-Kafasını koparmaya.
Yanıtlayan kardeşim miydi, yoksa Konstantin ismindeki o herif mi?
O kuşla sabahı sabah ettim. Tanrı ile oturdum pazarlığa. [ Bak Tanrı, nasıl can çekişen köpeği dirilttin. “ Ölecek köpeğe veteriner getirmem. “ diyen kardeşime inat yüreğime su serptin. Yine istiyorum aynı şeyi.]
Neler yapmadım ki yavru kuşa. Kerametini kanıtlasın istedim ellerim. O eller ki, “ el vermek “ adına kaç kuşaktan aktarılmıştı bana.
Olmadı. Yavru güvercin sabah ezanı ile birlikte öldü. Gömdüm onu bahçe kenarındaki kuş mezarıma.
Peki, bu gömülen son kuş muydu?
Not: Yarın Argos’ u fakülteye götürüyoruz kardeşimle birlikte. Tanrı ile pazarlık etmekten yoruldum. Ölüm bir gerçek. Sadece ölüme bakış açımı değiştirmesi için O’ndan yardım isteyebilirim. Bir de hayırlısını tabii! Teşekkürler.