(21 Şubat 1114/20 Şubat 1115)
Aynı yılda biz mahlûklar, Allah’ın gazabına uğradık. Çünkü Allah her şeye muktedir olan kuvvetiyle öfkeli bakışlarını mahlûklarına çevirdi. Zira bütün insanoğulları, Peygamberin; “Bu zamanda, adâleti icra eden ne bir prens, ne bir peygamber ve ne de bir şef vardır” demiş olduğu üzere, doğru yoldan sapmış bulunuyorlardı. İşte herkes bu suretle günah yollarını tercih edip Allah’ın bütün emir ve tembihlerinden nefret ettiler. Çünkü gerek prensler, kumandanlar, halk adamları, reisler ve gerekse ruhanîler Allah’ın yolunda sabit kalmayıp cismanî şehvete kapıldılar. Allah bu işleri günah saydı ve Peygamberin: “O yere nazar eyler ve sarsıtır. Allah öfkeli nazarlarla mahlûklarına baktı ve onlar İlâhî kuvvetin korkusundan yere serildiler” diye söylemiş olduğu sözler bu zamanda bir hakikat oldu.
Vaka şu suretle cereyan etti: Mareri ayının 12 sine tesadüf eden pazar günü Haç yortusunda korkunç bir nişane belirdi. Bunun gibi İlâhî gazap ne geçmişte ne de bizim zamanımızda görülmüş ve işitilmiş ve ne de kitaplarda okunmuştu. Derin bir uykuya dalmış bulunduğumuz bir sırada aniden müthiş bir gürültü koptu ve bütün dünya sarsıldı. Yeryüzü şiddetle titredi, kayalar yarıldı ve tepeler çatladı. Dağlarla tepeler şiddetle çınladı. Onlar canlı hayvanlar gibi ses çıkardılar. Dağların sesi, kulaklarda bir ordunun çıkardığı gürültüyü andırıyordu. Mahlûklar, Allah’ın gazabı altında şaşkın bir vaziyet içine düşmüş olup dalgalı bir deniz gibi titriyorlar ve çalkalanıyorlardı. Çünkü bütün ova ve dağlar sanki bakırdan imiş gibi çınladılar ve ağaçlar gibi sallandılar, insanlar ağır hastalar gibi inliyorlardı. Yeryüzünden, dehşete kapılmış ümitsiz bir firari gibi figan ve haykırış sesleri yükseliyordu.
Bu sesler, zelzeleden sonra da geceleyin bir saat kadar işitiliyordu. Bu felâket esnasında herkes kendi hayatından ümidini kesti ve kıyamet gününün geldiğini zannetti. Çünkü tam bir kıyamet gününü andıran bir hal vardı. Gün pazar, makam “var”(Ermeni musikisinin sekiz perdesinden biri) ve kamer de eksilmekte olduğundan, her şey kıyamet gününü andırıyordu. Bundan dolayı, herkes yeis içine düşmüş ve ölü haline gelmişti. O gece birçok şehir ve bölgeler harap oldu. Harap olan yerler kâmilen Franklara aitti. Diğer bölgelerde ve Müslümanlara ait bulunan yerlerde hiçbir zarar vukua gelmedi. O gece, Samusat, Hısmmansur, Keysun, Raban(Araban) ve Maraş şehirleri harap oldu.
Maraş’ın akıbeti o kadar feci olmuştur ki takriben 40,000 insan telef oldu. Bu, çok nüfuslu bir şehirdi ve bu felâketten hiç kimse kurtulamamıştı. Sis şehrinde de aynı şey vuku buldu ve sayısız insan öldü. Birçok manastır ve köy harap oldu ve on binlerce erkek ve kadın telef oldu.
Karadağ’da bulunan meşhur Basilien manastırında, aziz Ermeni ruhanîleri, yeni yapılan bir kiliseyi takdis etmek üzere toplanmış bulunuyorlardı. Bunlar ayin icra ettikleri sırada kilise onlarım üzerlerine yıkıldı ve otuz ruhanî ile iki vardabet, enkaz altında şehit oldu. Onların cesetleri bu güne kadar orada kalmıştır.
Maraş yakınında bulunup Hesuantz (Jesueens) denilen büyük manastırda da aynı şey vuku buldu. Bu manastır yıkıldı ve bütün rahipler enkaz altında kaldı. Zelzele durduktan sonra kar yağmağa başladı ve yeryüzü karla kaplandı. Maşgvor denilen meşhur Ermeni rahibi Grigor orada şehit oldu.
Böylelikle birçok Hristiyanlar müthiş bir akıbete maruz kaldılar. Bu, onların günahları yüzünden olmuştur. Çünkü bunların her biri, Allah’ın çizmiş olduğu yolu terk edip yanlış yollara girmiş, mukaddes kitaplarda yazılı olan tembihlerden yüz çevirmiş ve çılgınca hareketlerde bulunmuşlardı. Onlar, hazreti Nuh zamanında, telef oluncaya kadar sırf yiyip içmekle vakit geçiren insanlar gibi hareket ettiler ve işte nihayet Allah’ın gazabına uğradılar ve işledikleri büyük günahlar yüzünden telef oldular.