Köpeklerle kendimi bildim bileli ilişkim olduğu için öyle ya da böyle, benim anlamlar dünyamda yeri var bu dostlarımın. Ben iki tanesi üzerinden karşılaştırmalı olarak değineceğim bu yazımda ilişkimize. Yoksa üzerine kitap bile yazılabilir. Abarttığımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.
Argos büyük ırk köpekti. Çenesi kuvvetli, saldırgan bir görünüme sahip, basık burunlu bir boxter cinsi erkek köpekti. İrene küçük ırk köpek. Narin, sevimli, sivri burunlu fino cinsi, dişi bir sokak köpeği. Bana göre fiziksel olarak tek ortak yönleri renkleri. İkisi de beyaz tüylü. Rahmetli Argos’un kulağının birine yakın başında kahverengi büyükçe bir lekesi vardı. İrene’nin ise her iki kulağında Dalmaçyalı köpekler gibi siyah lekeler var. Topu topu bu kadar benzerlik yakalayabildim fiziksel olarak. Tabii aynı ırktan hayvan olmalarının ortak özelliklerini saymazsak.
Fakat kişilik olarak bütün bildiklerimi unutmam gerekti tekrar kişiliklerine saygı duyabilmem için. Aman Tanrım resmen ters yüz oldu korkularım bile. Argos kedileri parçalarsa diye korkarken İrene’ yi kedi saldırısından nasıl koruyacağım kısmına savrulmak oldukça sarsıcı bir deneyim benim için. Gerisini varın siz düşünün. Çünkü daha fazla ayrıntılara girmeyip diğer benim için anlamlı değerlere de değinme hakkımı korumak istiyorum. Yani daldan dala konacağız her zamanki gibi.
Benin anlamlar dünyam tabii ki sadece köpekler ve kediler üzerinden oluşmuyor. Onlar gibi somut olanlar var olmayanlar var. Soyut kavramlar açısından da oldukça zengin anlamlar dünyam. Hele ki özlü sözler; benim gibi ima yoluyla iletişim kuran bir sülalede büyüdüyseniz size de tanıdık gelebilir bu iletişim şekli. Kabalık olur diye bizde öyle direkt söylenmez bazı şeyler.
Bu sözlerden biri; “İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara olur” sözü o kadar içime işlemiş ki vermemenin utancını yaşayacaksan ver gitsin sonra da içten içe kinlen dur. Çünkü beklentiyle verdiğin için karşılığını alamayacaksın ve hayal kırıklığı yaşayıp kinleneceksin. Alma – verme yasası bu. Kastedilen karşılıksız alış- veriştir aslında. Pazarlığa en başta Tanrı ile oturuyorum. Bak ben veriyorum ki göresin ve beni kayırasın ha! Temel sakat yani.
Sadece parayla ilişkimizde değil her türlü şeyi kapsamakta bu isteme olayı. Hele muhtaçlık gösteren erkekse ayrı bir özen gösterilir. Çünkü bir erkek aciz durumdaysa yürek parçalar güçlülük atfedildiği için. Kapıya erkek dilenci gelirse kesinlikle geri çevrilmez. Ne kadar acı! Kadını aşağılarken aslında erkeğe de biçtiğimiz rolün ondan kalır yanı yok. Hep güçlü olmaları gerekiyormuş gibi en doğal haklarını yok sayıyoruz… Dolayısıyla güç/ güçsüzlük, erkek/ kadın kavramlarımı da tekrar tekrar gözden geçiriyorum ilişkilerimde.Bana empoze edilenlerin dışına çıkabilirsem bir de bakıyorum ki geriye sadece şefkat kalıyor. O zaman yumuşacık oluyor içim.
Umarım şimdi daha net anlaşılmıştır, altını çize çize niye benim anlamlar dünyam dediğimi. Çünkü diğerlerinin üzerinden bir nebze olsun gözlerimi çekmeye aracı oluyor bu bakış açısı. İşte böylesi mucizevî anları çoğaltabilmek için bol bol araştırıyorum, okuyorum. Yenice okuduğum bir dergiden alıntı yapmak istiyorum hazır laf mucizeye bağlanmışken.
“Mucizelere İnanmak Önemli’’
Fidan Güzel kitabında (Kitabının adı: Kendinle Tanış Parayla Barış), “Mucizeyi beklemeyeceğiz, onu biz yaratacağız,” diyor. Bu mucizenin içimizde olduğunu söylerken de beklemek veya ertelemek seni sürekli arayışta tutar. Eğer olduğun enerjinin farkına varırsan, bugünden sonra daha bilinçli bir realite yaratabilirsin. Yaratım gücünü fark et. Biz mutlak kader ile muallâk kader arasında bir çizgide gidip geliyoruz. Fark etmen gereken şey, muallâk kaderini değiştirebilme gücünün olduğudur. İsra suresi 13. Ayette açıkça şöyle der: ’Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.’ Yaşamında mucize yaratabilmen için önce bunu yapabileceğine dair iman halinde olman gerekir. İnanç demiyorum, iman diyorum. İnancın içerisinde şüpheli kaygı yer alır. Ama iman dediğimizde, içinde hiçbir şüphe ve kuşku barındırmaz. Mucize bizleriz, yaşamın ta kendisidir. Mucize, olduğun sonsuz varlığını alıp kabul edebilmendir. Mucize şimdidir. Dün de değil yarın da. Şimdi mucizeyi yaratabilirsin. Önce kendi olduğun mucizeye kendini açmalısın. Yaşamın kendisi bir mucize! Eğer bulunduğun noktada olduğun mucizeye odaklanırsan, daha büyüklerini yaratırsın. Yaratım an’da!” diyor.
Lafı yazıya bağlamadan gündemimden söz etmek istiyorum. Detayları es geçiyorum ama gergin günler geçiriyoruz şu sıralar annemle ben. Dolayısıyla kafam daha da karışıyor böyle kriz anlarında.
Neyse uzatmayalım bu sabah kahvaltı hazırlıyorum,“Allah razı olsun” dedi annem sabah sabah çok hoşuma gitti, aynı zamanda şaşırdım. Niye ki? Kahvaltı hazırlıyorum ya her sabah ve öyle ya da böyle bunu her ikimiz de görevimmiş gibi algılıyoruz ya. Neyse ki daha sonra açıkladı. Sabahları pek erken kalkmazdı. Şimdi ilaçlarını erken içme kararı aldı. Ben de İrene’yi dolaştırmaya çıkarıyorum ya, derken kaygılı kalkmış. Kahvaltıyı Özlen hazırlamamışsa gücüm de yok ne yaparım diye. Anlıyorum. Gücü olmayınca her şey insanın gözünde büyüyor.
Sonra yeni zeytinyağımızdan ilk kullanıyorduk, tadını sordu. Güzel dedim. Senden de Allah razı olsun dedim yağın parasını o verdiği için. Yüzü asıldı biraz. İşte bunu anlamadım. Anlamadım derken korkularını farkındayım. Fakat benim yapabileceğim bir şey yok. Kendi korkularımla baş etmeye çalışırken bende olanı kadarıyla ona da katkı koymaya çalışıyorum kendi anlamlar dünyama uygun.
İnşallah para ile anlamlar dünyamda da barışır, belki bahsedilen mucizeler ne ise ben de tanışır annem başta olmak üzere sevdiklerimi daha çok memnun kılarım. Parayla sevgi satın almadığımdan da emin olurum inşallah. Öbürü can yakıyor çünkü.
Ben hayatta hiçbir zaman hiçbir şeyden yüzde yüz emin olamadım ya! Dayatmalarım oldu kendime ve dolayısıyla başkalarına ama içten içe hep bir şüphe barındırdım. Bugün de öyle. Bunu daha entelektüel biçimde yaşasam da bugün hala içim hep ikircikli. O yüzden gıpta ediyorum bazen herhangi bir şeyin taraftarı olup hatta fanatikleşen insanlara. Ne güzel bir yere ait hissediyorlar kendilerini diye.
En iyisi ben işi çirkin ördek yavrusu sendromuna bağlamadan bu yazıyı da burada bitireyim. Bak sonuçta kendimi paylaşabildiğim bir yazı dünyasına ait eylem içindeyim. İnanç ve iman üzerinden noktayı koyacak olursam; evet yazıya inancım var şüpheli ve kaygılı bir yerden de olsa, imanı ise bütün bunlara rağmen eyleme geçip ayak işi yapmak yani yazmak. İşte ben de onu yapıyorum, yazıyorum. Hayırlısı.