Geçenlerde üç kadın bir kahve içimi oturduk bir ortamda. Tanımıyoruz birbirimizi. İçimizde en genç olan kadın depremde annesiz kalan kız çocuğundan bahsetti. Sömürüye ortak olmamak için isim belirtmiyorum. Bu da benim seçimim.
Her neyse, olay üzerinden tespitte bulundu; “ İyi ki anne öldü. Ya anne hayatta kalsaydı, çocuk ölseydi. Nasıl dayanırdı bir anne?” dedi.
Ben de ; “ Neden birinden biri ölmek zorundaydı ki? Sonra sorunuza yanıt vereyim; dayanılıyor, ben de oğlumu kaybettim.” derken, lafı ağzıma tıktı.
Kızgınlıkla; “ Duymaya hazır değilim.” dedi. Başladı anneliğinden bahsetmeye. Meğerse küçük bir çocuk annesiymiş. Ne yazık ki, ben de onun anneliği ilgili övünmelerini dinlemeye hazır değildim. Kibarca izin isteyip ayrıldım sohbetten.
Bu tip sahnelere bazen tanık olurum. Hatta öyle hikâyeler anlatılır ki; üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen ölmüş çocuklarının mezarları üzerinde bayılan anneler, çocuklarını yitirdikten sonra aklını yitiren anneler gibi bir sürü şey anlatılır. Herkes acısını nasıl yaşamak istiyorsa yaşasın. Ben, bana hissettirdiklerinden sorumluyum.
Ben ne hissetiğime dair bloke olmuş gibiyim. Örneğin oğlumun ölümünden sonra, bir arkadaşımın cenaze merasiminde, oğlunun cenazesinde sinir krizi geçiren anneye iğne yapılıp hastaneye kaldırıldı. Ben o an aklımdan şöyle geçirdiğimi anımsıyorum; “ Yazık kadını uyuşturdular, acısını çekmesini engellediler.”
Bu coronalı günlerde aldığım yardımlarla farkına vardım ki; bir sürü korkuyla aslında ben de kendi acımı çekmeye kendime izin vermemişim. İşte bu deneyimlerden yola çıkarak neye hazır olup olmadığımız, neyi ne kadar yaşayabildiğimiz bence öyle kolay tespitler değil. Yaşam da her şey oluyor ve bazen bu olanlar can yakıyor. O kadar.
Bir de hep bu sorgulama alanına girdiğimde “ Deli Dumrul “ öyküsünü anımsarım. Ders kitabımızda olduğu için yıllarca bu öyküyle ilgili bilgilendirdim öğrencilerimi. Tekrar tekrar okurken, annesine içten içe kızgınlığımı da gizleyemezdim bazen. Anası ve babası da can tatlı gelmiş, onun yerine canlarını vermeyi kabul etmemiş ya, babasınınkini sorgulamazdım bile.
Bugün öyle bir seçim hakkı verilmeden oğlum öldü. Verilseydi yanıtım ne olurdu, bilemem. Çünkü mümkün olduğunca böyle tuzak soruları artık yanıtlamıyorum. Yaşanırken bile adlandırmakta zorlandığım şeyleri yaşamadan bilemem. Yalnız her zaman sıralısını isterdim. Demek ki sıralısıyla sıradaki arasında da fark varmış. Derin konular.
Bugün ölümü kutsamak yerine yaşamdan yana oyumu kullanmaktır niyetim. Fakat ölüm-yaşam- ölüm döngüsüne bakılırsa arada fark var mıdır? Sanmıyorum. Sadece heyecanla yeni bir güne başlamak için seçtiğim bu sözcüğe asılıyorum.Azraile de diyorum ki; rahat dur!