“ Duygular tek başlarına değil, diğer duygularla birlikte kendilerini ifade eder. Duygular arasında sürekli bir bağlantı vardır. Onlar bir yelpazenin parçalarıdır. Bu yüzden kendimizi çözümlemede, hangi duygunun ilk duygu olduğu, hangi duyguların ona eşlik eden duygular olduğunun ayrımına varmak önemlidir.
İlk duygu kendisini sağlıklı kanalize ettiğinde ona eşlik eden diğer duygular da kendi görevlerini layıkıyla yapar. Örneğin; partnerimize duyduğumuz kızgınlığı sağlıklı olarak ifade ediyorsak, sevgimizi gösterirken, kızgınlığımızı kinayeli olarak cümle aracıklarına sıkıştırmayız; korkularımızı da rahatlıkla paylaşabiliriz. İş hayatımızda mutlu olduğumuzu söylüyorsak ve bizim hakkımız olduğuna inandığımız bir konuma başkası getirildiği için üzüntümüzü, hayal kırıklığımızı ve kıskançlığımızı saklamaya çalışıyorsak, ne mutluluğumuzun ışıltısı gözlerimize yansır, ne de diğer duygularımızı sağlıklı kanalize edebiliriz.”
Yukarıdaki paragrafları Nil Gün’ ün “ İçimizdeki Şaman- Duyguların Simyası “ adlı yapıtından aktardım. Yazar tespitlerine bir oda örneği ile devam ederek, duyguların doğru ifade edilmesinin önemli olduğunun bir kez daha altını çizmiş. O örnekten bir paragrafı daha cımbızlayarak yazıma devam etmek istiyorum.
“ Kapı tokmağı içeride olduğunda, orada özsaygı vardır. Orada duygular rahatlıkla ve sağlıklı olarak ifade edilebilir. Bu duygu iyi, bu duygu kötüdür ayrımı yapılmaz. Kendime saygı duyduğum için başkalarına da saygı duyarım. Tüm duygular kendi doğal işlevlerini yerine getirdiği için, orada sevgi bilinci de varolur. Doğal olarak böyle bir odaya sahipsem, değerlilik ve yeterlilik duygum da gelişkin olur. Özgüvenli ve özdeğere sahip bir birey olurum.”
Günlerdir acı çekiyordum. Ta ki yukarıdaki satırları okuyuncaya kadar, bu acı çok yoğundu. Fakat gittikçe acım yerini hüzne bırakıyor. Gerçekten insan olmak zor zanaat. Bilmece gibi konuşmaktan vazgeçip konuya geleyim en iyisi.
Yaklaşık bir ay önce ruhsal farkındalıklarımı paylaştığım bir grup arkadaşım tarafından ti’ ye alındığımı düşünüp kırıldım. Anlaşılamamanın verdiği acıyı, alıntısını yaptığım bu satırları okuyuncaya kadar çektim. Olay şöyle gelişti; sabah yürüyüşlerimi doğal meditasyon şeklinde algılıyorum ben. O yüzden de zaman zaman Tanrı ile sohbet ettiğim de oluyor. Yine böyle bir yürüyüş esnasında empati kurabildiğim, şimdi bahsetmek istemediğim bir olaya tanık oldum. İçim acıdı. Dönüp Tanrı’ ya isyan etmeden “ Lütfen Tanrım nedir bu duygu karmaşası, çözmem için yardımcı ol! Acımak mı sevgi mi? Sevgi mi bağımlılık mı? Hadi hepsinden vazgeçtim, en azından bugün sevgi konusunda netleşebilmem adına, lütfen söze gerek yok, tek bir görüntü gönder, yeter dedim.” Görüntü olarak açık bir yelpaze belirdi belleğimde. Bunu, yorumumu da katarak paylaştım arkadaşlarla. Yorumum da şöyleydi; yelpazenin her kıvrımı ya da rengi benim olumlu- olumsuz diye adlandırdığım duygularımı oluşturuyor. Bütün bu kıvrımları ya da renkleri birleştiren kancası ise hepsinin kaynağı tek bir duyguyu “ sevgi” yi çağrıştırıyor, dedim. Beden diliyle hissettiğim hoşnutsuzluğun nedeni, kafamı kurcalayıp durdu. Alınganlık yaşadım ve kırıldım. Gündem ruhsallık olduğu için acaba bir paye peşinde koştuğum mu düşünüldü, bilemiyorum. Fakat bildiğim bir şey var, ben iyi bir okuyucuyum. Son yıllarda da olgunlaşmak, sorumluluklarımı daha iyi yerine getirebilmek adına kişisel gelişim kitaplarına daha çok zaman ayırıyorum. Çoğu zaman ihtiyaç duyduğumda bazı kitapları tekrar tekrar okuyorum. Böyle olunca o bilgiler öyle ya da böyle, o an için kaynağını adlandıramasam da ortaya çıkıyor. Bunun bir sürü adlandırması var. Amacım onlara değinmek değil. Sadece duygularımı paylaşmak. Şükürler olsun onaylanınca acım dindi. Bugüne kadar duygularımla teması yitirdim, ondan bunca acılar çekildi; bari bundan sonra üzerime düşeni yapayım istiyorum, onun için okumaya devam. Tabii yazmaya ve sorgulamaya da.
İmajinasyon benim görsel yanımı beslediği için sık sık başvurduğum bir teknik, bana iyi geliyor. Ayaklarımın daha sağlam bastığını hissediyorum o zaman. Bununla ilgili bir anımı paylaşarak yazımı sonlandırmak istiyorum. Yine seminerden semire koşuşturduğum bir dönemde “ Ayakları Yere Basan Ruhsallık” konu başlıklı bir etkinliğe katıldım. Geçmiş gün konuşmacının adını hatırlamıyorum, kadın bir konuşmacıydı. Anlattı anlattı, fakat ben anlattıklarından hiçbir şey anlamadım. Sadece iki sözcükten biri “ aşk “ sözcüğü idi ve o sözcük ağzından çıkarken öylesine dolu dolu çıkıyordu ki, beni şaşkına çevirmişti. Sorular kısmına geçildiğinde, söz aldım ve şöyle dedim;” Konu başlığınız ayakları yere basan ruhsallık ve ben anlattıklarınızda somut hiçbir şey duymadım. Sadece anlatılmaz yaşanır mesajını aldım. N iye böyle bir konu başlığı seçtiniz o zaman?”
Kadın konuşmacı yanıtladı;” Konuya bir yerlerden başlamak zorundaydım.”