O sabah acelem yoktu. Tramvaydan indim, yavaş adımlarla etrafı izleyerek yürümeye başladım. Bu esnada gözüme önümde yürüyen ve benimle birlikte tramvaydan inen üç kişi takıldı. En öndeki sanki arkasından biri kovalıyormuş gibi hızlı adımlarla yürüyordu. Arkasından gideni bir hayli geride bırakmıştı. Kendi kendime:
“ Bu adam hayatta mutlaka başarılı olur “ diye düşündüm.
Onun arkasından giden, sakin adımlarla ilerliyordu.
“ Belki bu adam da hayatta bir şeyler başarabilir” diye mırıldandım.
En arkadan giden ise sanki nereye gideceğini bilmiyormuş gibi sallana sallana ve etrafı seyrederek yürüyordu. Onun içinse, “ İşte!” dedim, “ Hayatta hiçbir işe yaramayacak bir serseri!”
Derken aklıma bir şey geldi. Ben bu adamların her üçünün de gerisindeydim. Evet, başkalarının hali ile uğraşan kendi halini göremez. Başkalarının kusurunu araştırmak, insanı kendi kusurlarını görmekten alıkoyan çok çirkin bir hastalıktır.
Diyor okuduğum annemin takvim yaprağında. Ne kadar da doğru. Daha dün sıcağı sıcağına deneyimledim bunu. Dışarıdan bir haftalığına gelen arkadaşla bir türlü şöyle sakin bir zaman dilimi ayıramadık birbirimize. Hemen kolay yol, arkadaşımın çok yoğun oluşuna bağladım olayı ve önemsenmediğimi düşündüm. Tabii, o olumsuz düşünce beni içten içe kızgınlığa götürdü. Şükürler olsun az çok duygularımı analiz edebildiğim için cesaretle bu olumsuz duygumun üstüne gidebildim. Bu arada dürüstçe kendi tarafıma baktığımda, benim için de çok yoğun bir hafta olduğunu gördüm. Karşı tarafa fatura etmeye hakkım yoktu. Kızgınlığım pişmanlığa dönüştü. Hemen olumlu bir eylem yapmalıydım. Arkadaşımı garaja uğurlamaya gittim, yanımda onu sevindirecek bir şey de götürmeyi ihmal etmedim. Ayrıca ve en önemlisi onun benim için ne ifade ettiğini ve ayrılış hüznümü paylaştım. Bir kez daha, “ iyi “ “ kötü” bize verilen duygular bir nedenle verilirler anlamış oldum. Bunu akılda tutarak “ kötü “ duygular olmadığını, yalnız öğrenilecek dersler olduğu kavrayışımı bir de sizlerle paylaşmak istedim.