Yakın zamanda Fakir Baykurt’ un “Kaplumbağalar”adlı kitabını okudum. Kaplumbağalarla ilgili ayrıntılar o kadar ilgimi çekti ki,hemen onlarla ilgili viedolar izledim. Çocukluğumda haşır neşir olmuşluğum var kendileriyle. Yalnız büyükler tarafından sık sık uyarıldığımız için mecbur kalmadıkça elimize almazdık. Çünkü elimize işerlerse, ellerimizde siğil çıkacağı söylenirdi.
Bunun dışında kendileriyle kan bağımız da var, oldukça anlamlıdır bu yüzden ilişkimiz. Rahmetli babaannemin çocukları yaşamıyormuş. Halam doğduğu zaman göbek bağının kanını kaplumbağa kanıyla karıştırmışlar yaşasın diye. Sonra da uzun süre o kaplumbağayı bahçelerinde beslemişler.
Rahmetli halam büyümüş, evlenmiş ve eşinin tayini Kozan’a çıkmış. Bir gün o güzergâhta yolculuk ederken, ekili bahçesindeki kaplumbağaları tek tek caddeye atan bahçe sahibine öyle içten beddua etmiş ki!.. Dönüşte bakmış ki adamın bahçe içindeki evi yanıyor.
Kaplumbağalarla ilgili değil ama annemin de rahmetli babamın bir gönül macerasıyla ilgili bedduası tutunca(nedense ayrıntı vermek istemedi canım)varın siz tahmin edin artık benim beddualarla ilgili takıntılarıma. Hem anne hem baba tarafından efsunlu olduğuma kadar vardırabilirim işi. Öyle ki, hala beddua edemem ya tutarsa diye.”Allah seni kahretmesin! “ derim çoğu zaman içindeki tam tersi dileği göz ardı ederek. İşte böyle kandırır dururum kendimi yaşamla baş etmek adına.
Dillendirmediğim veya kendimi ele vermediğim sürece her şey mübah.Halbuki beddualarda bu kadar hünerliysem niye dualarımda kapı duvar.