Bu sabah kuzu melemeleriyle uyandım. Malum Kurban Bayramı. Sinirlerim iyice bozuldu. Kendimi teskin ettim; “ Sabret Özlen! Birkaç saate varmaz sesler kesilir. Ne de olsa dışarı da çıkamıyorsun( belim sonunda tutuldu), geçecek bir tanem geçecek, diye teselli ettim kendimi.
Dışarıdaki sesler kesilecek de, kafamın içindeki sesler ne olacak? İşte, dünden beri takıldığım paradokslardan biri, beynimi zonklatıyor. Annem, inançları doğrultusunda dün, yani Arife gününde, ilk Kurban Bayramı olduğu için oğluma, kurban adağını kesti. Tabii, ben gitmedim.
Neyse, uzatmayalım; Allah kabul etsin, diyelim. Karşılıklı anlayış çerçevesinde diyaloglarımız gerçekleşti, iş bitti. Allah önüne çıkarsın oğluşumun, ne diyeyim?
Yalnız bir ara annem dedi ki;” Kara kafalı, kara gözlü bir kuzuydu. Tıpkı…” demesiyle; “ Lütfen anne! “ dedim. Susturdum.
Benim oğluşum da kara kafalı(simsiyah saçlı doğmuştu. Hatta omuzları, sırtı da simsiyah kıllı bir bebekti. Ürkmüştüm, ya dökülmezse diye.), kara kaşlı kuzumdu benim. Peki, ben onu kimlere kurban ettim?