Her iki yanında iki katlı binalar var müstakil evimizin. Koca koca apartmanlardan koruyorlar gibi bizi. Bazen çok sıkışmışlık hissi yaratsa da şehrin göbeğinde bahçeli bir evde oturmak hoşuma gidiyor. Özellikle kedilerime ve köpeğime alan yaratması açısından büyük nimet. Şükürler olsun.

Bir yanımızdaki komşuyla kapılarımız karşı karşıya. Bir de alçak bir duvarla sınırımız belirlenmiş durumda. O duvar zamanında komşular tarafından çekildiğinden üzerine bir şey koymak mümkün değildir. Çiçek ya da ağaçların dalları dahi o duvarın üzerine uzanmamalı. Düşen yaprak bile sorun olabilir. Çünkü annem bu konuda çok hassas ve dikkatli. Yılların getirdiği deneyimlerle bu sınırlar çok net ve somut.

Peki, gelelim ana-kız boyutunda yaşadığımız ilişkimizde aynı netlik ve somutluk söz konusu mu? Hayır. Sonuçta biz de aynı evi paylaşan iki kişiyiz. İlişkiyi orada tutabilmek ve yeni bir sentez oluşturmak bizim gibi ‘otorite’ olmaya çalışan iki insan için oldukça zorlayıcı.

Her ikimiz de deneyimlemeye açık olduğumuz sürece bu çekişme devam edecek. Ben kendi adıma bu sürece tanıklık etmeye ve katkı koymaya yalnızca bugün için varım. Fakat neyi ne kadar yapabileceğim konusunda bilinmezliğin korkuları ve yaratıcı gücün de sürecine saygı duyarak bu süreç nereye evrilir, bilmiyorum. Aynı şekilde yavru köpeğim İrene için de sürece teslimim. Elimden gelenin en iyisi yapıp bırakmaktır niyetim.

Okuduklarımdan ve duyduklarımdan yola çıkarak benzer süreçlere tanıklık eden profesyoneller olduğunu biliyorum. Yenice adları doula(doğum koçu) ya da sterbebegleitung (terminal bakım ) olan bu kişilerin, elbette bunu profesyonelce yaptıkları için kendilerini koruma yöntemleri vardır. Ben bu iki çıkış kapısında da oldukça güçsüzüm. Gözlerimi kaparım ve vazifemi yaparım bile diyemiyorum. Bu kadar ciddi lafın arasına biraz espri katmakta bile güçlük çekiyorum. Neyse yaşanılacaklar gücüyle gelecektir. Bugüne kadar yaşanılanlarda olduğu gibi.

Bir öğrencim aracılığıyla duymuştum arkadaşının yaptığı işi. Sterbebegleitung (terminal bakım) deniliyormuş yabancı ülkede çalışan arkadaşının bu görevine. Görevlerinin içeriği değişebiliyormuş. Bazen hastanın yanında duruyorlar bazen hastaya kitap okuyorlar ya da neyse yapılması istenilen karşılanıyormuş taraflarından. Hizmette sınır yokmuş kısacası anladığım kadarıyla. Ötenaziyi karıştırmasın orada durum çok farklı diyormuş. Orada doktor ilacı verir ve hasta zaten belli bir süre sonra ölür. Bazıları onunla karıştırıyor ‘ sterbebegleiter/in’ hastanın yanında durana denir. Eskiden ötenazide de yanında biri olurdu. Şimdi artık gerek yok. Başlarda hasta yalnız doktorla kalır. Türkiye’ de var mı yok mu bilmiyorum. Fakat burada bunu herkes yapmıyor ve yapamaz da. Çünkü eğitimi var. O ölüm prosesi anında çok enerjiler oluyor. Dinine göre konuşulur. İncil’ den Tevrat’ tan. Fakat bazı koyu Katolikler özel papaz ister. O yüzden ağır vakalara iki üç günde bir papaz gelir duasını eder.

Evet, öğrencim aracılığıyla gelen bilgiler bu doğrultuda bu işi yapan arkadaşı tarafından. Mesleği yapan kişinin hassasiyetini gözeterek bu kadar ayrıntılı yazdım. Hâlbuki benim niyetim her zamanki gibi kendimi ve duygularımı paylaşmak. Çağrışımlardan yola çıkarak kendi sürecimi aydınlatmak. Gündemimi oluşturan İrene ve annemle ilgili temas ettiğim duygularımı parlatmak. İrene henüz çok küçük, sonuçta yavru bir köpek ona verdiğim bakım çok farklı. Annem yaşlandı ve üstelik rahatsızlıkları var, onun sürecine eşlik etmek de çok farklı. Yalnızca bugün için her ikisinin de yanında olmaya kararlıyım. Bu kararı ben verdim. Bunu bir kez daha kendime hatırlatma gereği duydum. Çünkü kendimi çok yorgun hissettiğim anlarda bunu unutuyorum ve suçu başkalarının üzerine atmaya yatkın oluyorum. Bunu denedim, zaman zaman da deniyorum ama işe yaramıyor biliyorum.

Noktayı şiirsel bir anlatımla koyalım ki yazımıza akış gelsin, satır araları, boşluklar kendiliğinden dolsun. Aşağıdaki “Kafamda Bir Çöplük Var” adlı şiir Filiz Telek’ in “ Kadınlar Şifadır” adlı yapıtından alıntıdır.

Kafamda mezarlar var.

Sözü bitmiş kendi bitmemiş hikâyeler var.

Öksüz kalmış, ötelenmiş, ötekileştirilmiş sesler var.

Dönüp dolaşıp beni tuzağa düşüren, dönüp dolaşıp içine düştüğüm delikler var.

Bu böyleler, onlar öyledirler, sen busunlar var.

Bana ait olmayan umutlar, hayaller, beklentiler var.

Kafamda hayaletler var; gerçek olmayan inançlar, içine hapsolduğum kalıplar,

zorla çakılmış çiviler var.

Sonu yazılmamış kitaplar, söylenmemiş şarkılar, tutulmamış sözler var.

Kafamda herkesi asıp kesen, en çok da beni yargılayan yargıçlar var.

Kurbanlar var, gücünü suskunluğundan alan, çaresiz suçlular var.

Tutmayan hesaplar var, ödenmemiş borçlar, adı konulmamış korkular var.

Zamansız ihanetler, yüzleşmekten kaçınılan yalanlar var.

Platonik âşıklar var, tutturan, sınırları zorlayan, bir türlü olmamışlar var.

Kafamdaki çöplükte yok, yok.

Her gün burayı toparlamak gerekir, çeki düzen vermek,

itinayla tasnif etmek, temizlemek.

Kafamdaki çöplük günün birinde mis kokulu bir çiçek bahçesine dönüşecek,

biliyorum.

Özgür ve şefkatli günlerin hayalini kuruyorum.