Kendime sabahtan beri ağız dolusu bir sürü ‘salak’ dedim durdum. Bir şeyi kırk defa söylersen olurmuş derlerdi büyüklerimiz, bugüne kadar olmadıysam bundan sonra da olmam dedim kendimi teselli edercesine. Hemen ardından bazı ‘salakça’ diye etiketlendirdiğim davranışlarım geldi aklıma ve genelleme yaparak ‘kehanet gerçekleşmiş’ zaten dedim ve dememle birlikte ipin ucu kaçtı yine. Tezlerim antitezleriyle birlikte geliyor böyle zihnimin gevezeliği tuttuğunda. Sadeleşebilmem için yazmam gerekiyor. Ancak o zaman bu paradokslar biraz olsun kabul görür oluyor gönlümde.
Giriş paragrafı hariç, başlığımı alıntıladığım ve aşağıda yine ‘iyi kız‘ adlı başlığından alıntı yapacağım kitap ‘Kadınlar Şifadır’ Filiz Telek’ten. Başucu kitaplarımdan biri. Eskiden feminen yönümü tetiklememesi adına bu tür kitapları okumayı bırakmıştım. Fakat ‘Kurtlarla Koşan Kadınlar’ bu önyargımı kırdı şükürler olsun. Şimdi de Kadınlar Şifadır ile devam ediyor bu yolculuk. İnşallah o şifadan ben de payıma düşeni alırım.
Gelelim alıntıya:
“(…)‘iyi kız’, korumacılık kisvesi altında kız çocuklarına uygulanan manipülasyonun ve kontrolün bir sonucudur ve yetişkin olduğumuzda dahi hem kolektif alanın sesi hem de içselleştirdiğimiz bir ses olarak bizi paçamızdan çekiştirmeye devam eder. Kim olması, ne yapması ve yapmaması gerektiğine dair bu kadar dar bir çerçeveye hapsolan kız çocuğu, büyüdüğünde kendi ihtiyaçlarını, tercihlerini ve sınırlarını bilemeyen, gerçekten neyi istediğinden emin olamayan ve seçimlerini yaparken sürekli dışarıdan- aile, okul, arkadaşlar, eş, kültür, toplum, din, medya- gelen yönlendirmelere ihtiyaç duyan bir kadın haline gelebilir. Bu koşullarda ruhunun ipini nasıl tutabilir ve kaderini nasıl yaşayabilir?
Daha da karmaşığı ‘ iyi kız’ maskesinin bir süre sonra ‘asi, isyankâr kız’ maskesine dönüşmesidir. Dayatılmış bir kimliğe dirençle bir antitez olarak geliştirilen bu kimlik bireyleşme sürecinde kadına hizmet etse de, şuursuzca özdeşleşilmesi durumunda ruhun özgünlüğünü ve canlılığını perdeleyen başka bir maske olarak kalmaya mahkûmdur. Toplumsal ve kültürel normlarla sürtüşerek gerçek benliğin ortaya çıkması zaman alır, emek ister; bireyleşme/ bütünlük yolculuğunun amacı tam da budur. Önemli olan yeterli özgüven oluştuğunda hakikatimizi perdeleyen maskeleri çıkarıp gerçek benliğin görünür olmasına izin vermektir.
İçinizde sizi kontrol eden bir ’iyi kız’ varsa gerçek duygularınızı göstermekte, ihtiyaçlarınızı fark edip ifade etmekte, hayır demekte, sınırlarınızı çizmekte ve kendi ihtiyaçlarınıza öncelik vermekte zorlanırsınız. Sahte bir kibarlık maskesi arkasında sürekli alttan alır, size ait olmayan sorumlulukların altında ezilir, hakkınız olanı talep etmekten çekinir ve gereken yerde ve zamanda dahi öfkenizi ifade edemezsiniz. Bu oldukça yorucu ve insanı içten içe tüketen bir haldir.
Kendinize bunu niye ve neyin pahasına yaptığınızı sorun. Ben sordum. Bunun kökeninde görebildiğim iki temel sebep var:
Birincisi, yetersiz ve değersiz hissetmek (asla memnun olmayan anneyi hatırlayın) ve sevilmeye layık olmaya çalışmak. İlişkilerde karşımızdakinin (aslında annemizin) bizden beklediği şekilde olmaya çalışmak, bunu yapamayınca sıkışmak ve suçlu hissetmek, sevilmeyeceğimizden korkmak.
İkincisi, aslında kim olduğunu ve ne istediğini bilmemek. Uzun zaman, belki hayatınız boyunca, size ‘kim olmanız ve ne yapmanız’ gerektiği söylendiyse kendi gerçek sesinizi duymak zor olabilir.
Labirent yolculuğunda ‘ iyi kız’ maskesinin altında gerçekten kim olduğunu keşfetmek ve o kadını özgürleştirmek isteriz, bize ait olmayan tüm sahte kimliklerden arınmak istediğimiz gibi.”
Bana gelince; ben de sordum kendime, farklı şeyler çıkmadı. Onun için bazen keşfedilecek bir şey kalmadı diyorum ve ipin ucunu bırakasım geliyor. Fakat kitapta (kırmızı ip bu labirent yolculuğunda metafor olarak kullanılmış) devam eden yolculukta, bilge kadın olmak var, umut var ki bu beni çok cezp ediyor. Ne güzel kendinle barışık, yaşadıklarınla barışık ve bu içsel barışı senden sonrakilere umut olarak sunabilecek bir yaşam sürmek. Bayrak yarışı gibi. Bizim yetişme çağımızda okul yarışmaları içinde bulunurdu böyle bir yarış. Hatta çıkışlarım hızlı olduğu için öğretmenimiz beni başa koyardı. Artık hızlandıkça yavaşladığımı bilmenin bilinciyle de sakin ve dingin kendimi ifade etmenin yollarını arıyorum.
İnsanlık olarak zor günlerden geçiyoruz. Bağırıp çığlık atsa da içim, gücüm yazmaya yetiyor ancak. O da gün geçtikçe azalıyor gibi hissediyorum. Bakalım. Yine aynı kitapta yer alan Halil Cibran’ın ‘RUHUN ŞARKISI şiirinden GÖZYAŞI ve KAHKAHA ile noktayı koyalım.
“Kalpten geçenleri dile getirecek sözcükleri,
Kim cesaret edebilir yüksek sesle haykırmaya?
Tanrı’nın şarkısını söylemeye.
Nasıl bir insan cesaret edebilir?”