Başlıkta yer alan tamlama, Barry Sanders’in Öküzün A’sı adlı eserinin adıdır. Çok hoşuma gitti yaratıcılığı. Kıvraklık, esneklik ve özgünlük yaratıcılığın olmazsa olmazlarından ya, kitapta bence üçü de mevcut. Elektronik çağda Yazılı Kültürün çöküşü ve şiddetin yükselişi üzerine ortaya konmuş bir eser. Daha giriş bölümünde kitabın adının konuluş yolculuğu anlatılırken beni sardı sarmaladı kitap. Fenike yazı sisteminde alef denen A harfi, bugün bildiğimiz A’nın yan yatırılmış haliydi ve inek ya da öküzü temsil ederdi diyerek başlık olarak neden seçtiğini çok anlamlı bir şekilde açıklamış giriş bölümünde yazar. Beni çok etkiledi. Severim böyle satır arası göndermeleri. Yaratıcı ve aynı zamanda estetik gelir bana. Zevk meselesi tabii( ayakkabı köselesi değil) diyesim geldi.
Çok alıntı yapmam gerekiyor çokkk! Öylesine özdeşleştim ki anlattıklarıyla, anlatamam(!) Fakat o zaman da kendime haksızlık etmişim gibi geliyor. Sanki yazacak birikimim yokmuş da hep birilerini referans göstermem gerekiyormuş gibi düşünüyorum. Öyle düşününce de kendimi aciz hissediyorum. Örneğin ‘söz uçar yazı kalır’ savımı her zaman geleceğe yatırım açısından savunurum. Fakat bir de ‘sırlarımız kadar hastayız ‘ savım vardır ki bunun da sözelliğe olan hayranlığımla örtüşmesi çok iyi geldi bana. Şöyle diyor kitabın bir yerinde:
“Sözellik kültürü fazla sır tutamaz: Sır tutmaya neden gerek duyulsun ki? Sırları rahatça anlatabilmek için insanın başkalarının gözünden ve kulağından uzaklaşması gerekir. Bunu yapabilmekse imkânsızdır: Gerçek bir konuşma, yüz yüze temasın getirdiği yakınlığa muhtaçtır. Mimikler ve el hareketleri sözcüklerden ve cümlelerden daha önemlidir. Sosyal temas sırasında bütün beden hareket eder.”
Ahanda işte budur dediğim bir alıntı oldu bu!
Ayrıca can sıkıntısı ve hikâye sözcüklerine kavramsal bakış açısı da aynı ben dediğim bir bakış açısına sahipti. Uzun uzadıya alıntılamayacağım ama her ikisinden de birer paragraf yazıyorum. Şöyle:
“Toplumsal eleştiri ustası Walter Benjamin’in dediği gibi, “Can sıkıntısı, yaşantının yumurtası üzerinde kuluçkaya yatan hayal kuşudur.”
“İnsanın bir kişi haline gelişi son derece karmaşık bir süreç, belki de yaşamın en gizemli yolculuğudur. Ama hikâye anlatmak her iki anlamıyla da, yani hem öykü hem de yalan anlamında, bu yolculuğun önemli parçalarından biridir. Öyküleri salt ağzımızdan çıkan, yalnızca dili, dudakları ve ses tellerini etkileyen sözcükler olarak düşünmek bizi yanlış yola sürükler. Öyküler, yerüstüne olduğu kadar yeraltına da yayılmış duygusal köklerden yetişir: Bir çocuk her öykü anlatışında bu duygusal köklerin derinliklerine iner çünkü öyküler kişinin “ iç duyularından “ yola çıkarak anlatılır. “Kişi” sözcüğünün İngilizcesi olan “person” da “ içinden ses veren” ya da “ içinden anlatan” anlamına gelen per- sonare’ den türemiştir.”
Bu kadar araştırma, didik didik etmek ne diye sorarsanız: Psikoterapistler bu sürece bireyleşme, toplumbilimciler insan doğası, psikologlar kişilik der, anne babalarsa buna büyümek deyip geçerler. Adı ne olursa olsun benlik, kişi olmayla eşanlamlıdır.
Yolumuz; kolaylıkla, sevgiyle ve neşeyle yürünür Olsun! Teşekkürler.