(99 Şubat 1124-17 Şubat 1125) Bu yıl Gargar, Allah’ın yardımıyla Türklerin elinden alındı. Kostantin’in oğlu olup Gargar (Gerger) senyörü olan Mihail, onu ele geçirmek üzere 50 adamın başında olduğu hâlde çok gayret sarf etti. O, kalede bulunan Türkleri büyük sıkıntıya maruz bıraktı. Onlar da hiçbir yerden yardım göremeyip naçar bir vaziyet içine düşmüş olduklarından Gargar’ı Mihail’e teslim ettiler. Mihail, Bebu[1] kalesini bu suretle Türklerin elinden aldı. Bu zafer, Hristiyanları büyük sevinç içine düşürmüştür.[2]

***

(16 Şubat 1136-14 Şubat 1137) tarihinde Danişmen’in oğlu Emir Gazi’nin oğlu Sultan Mahmud (Muhammed) büyük bir ordunun başında olduğu halde Maraş memleketine geldi ve Keysun şehrine karşı yürüyüp bağbozumu mevsiminde köylerle manastırları tahrip etti. O, şehre karşı karargâh kurmuş vaziyette altı gün kaldı. Fakat ne istihkâm yaptı ne de mancınık kurdu ve ne de bir ok attı. O, orada sakin bir surette oturup nehrin suyunu kesmek, bahçeleri bozmak, öteye beriye akınlar yapmak ve ganimet biriktirmekle meşgul oldu. Günden güne hücumu, kan akmasını ve şehrin zaptını beklemekte olan şehir halkı ise o kadar bezgin bir hale düştü ki bir gece dış suru terk etti. Fakat şehrin reisleri ve ruhanîleri onlara nasihat edip cesaret verdiler. Onlar, Allah’a niyaz eyleyerek Müslümanların eline düşüp aileleriyle beraber rezil olmaktansa ölmeyi tercih ettiler.

Onlar, ellerinde haç ve kolları açılmış oldukları halde gece gündüz Allah’a dua ediyorlar ve kasideler okuyorlardı. Çok şefkatli ve Rahim olan Allah, onları, günahkârlarından dolayı düşman eline düşmekten korudu ve merhamet etti. Binaenaleyh o, Müslümanlara, şehre hücum emrini vermedi ve Hazreti İsa’nın işkencelere maruz tutulduğu gün olan cuma günü, Keysun şehri kurtuldu.

Düşman, Garmir-Vank (manastırını), kiliseyi, manastır rahiplerinin hücrelerini yaktı, tahta ve taş haçları kırdı, demir ve bakır haçları ise gasp etti ve mukaddes minberleri devirip param parça eyledi. Düşman, güzel işlemeli kayıpı ve diğer bazı şeyleri alıp vaktiyle Babillilerin yaptıkları gibi hareket ederek bunları cariyelerine ve ahalisine göstermek üzere beraberinde götürdü. Böylelikle: “Sion kızını, bir bağ kulübesi ve bir bahçe bekçisi çadırı gibi terk ettim. O, eşini kaybetmiş bir güvercin ve leşlerin üzerine çökmüş çirkin bir karga gibi kalacaktır” diye yazılı olan sözler burada bir hakikat oldu. Söylediğimiz veçhile Mahmud, bir cuma günü acilen geri gitti, çünkü o, imparatorunun[3] bizim kontumuz olan Baudoin ile beraber Keysun’un yardımına gelmekte olduğunu haber almıştı. Hakikaten de Grek imparatoru, Müslüman memleketlerini tahrip ederek Antakya’ya yaklaşmıştı.[4] İmparator, bizim prensimiz Leon’un hâkimiyetini kaldırdıktan ve onun şehirleri ile kalelerini zapt ettikten sonra onu da beraberine alıp denizin öbür kıyısına yani kendi memleketi olan Asya’nın hudutlarına götürmüştür.

 

[1] Bebu, Fırat mıntıkasının müstahkem mevkilerinden biri idi (ED. DULAURIER).

[2] Çamiçyan’a göre (c. III, s. 51, 52), Gargar kalesi önce Baudoin tarafından Mihail’in elinden alınmış, sonra da Türkler onu, bunun elinden almışlardı. Türkler, Bebu’ya ve Gargar’a hâkim oldular ise de bilâhare Lâ tinler onları oradan tard ettiler ve buranın kumandasını, katolikos Nerses Şınorhali’nin kardeşi olan Vasil’e tevdi ettiler. Ebû’l-farac’a nazaran (“ Chron. syr.” , 323), Mihail, Balak tarafından Franklara satılmış olan Gargar’ı zaptetti ve sonra onu “ Souprous” a mukabil genç Josselin’e terk etti. Josselin de onu Vasil’e satmıştır. Daha sonra Mihail, Keysun topraklarında talan icra etmeye gittiği vakit, Frankların kurmuş oldukları pusuya düştü ve öldürüldü (ED. DULAURIER).

[3] İmparator Jan Komnen

[4] UJrfalı Mateos’un bu fıkrada bahsettiği müslüman memlelcetleri, Anadolu’da, Jan Komnen’in Suriye’ye doğru yaptığı seferin yolu üstünde bulunup Konya Sultanlarının topraklarının bir kısmı idi (ED.DULAURIER).