Alzheimer hastalığı ile ilgili seminere katılmıştım. Orada grafik olarak 50 yaşından itibaren düşüşe başlandığı, yani yaşlılığa adım atıldığına dair bilgiye sahip oldum.

Ondan mıdır (!) bilinmez; 57 yaşında olmama rağmen(!) ben kendimi yaşlılığın o çaresizliği içinde kıvranmaya başlarken buldum.

Ellerim eskisi kadar kıvrak değil, bedenime söz geçiremiyorum, zihnim telaşından dur durak bilmiyor, ruhsal olarak ha uçtum uçacağım derken…

Yazmakla bitmez. En iyisi ben önde giden ve benim için değerli iki varlığa odaklanarak, yalnızca bugün için, onlara elimden gelenin en iyisiyle hizmet etmeye çalışıyorum.

Bu iki varlıktan biri, annem. Geçenlerde çok hastalandı. Öz bakımında ona yardımcı oldum. Bu bana, yetişme çağımda öz bakımım için annemin nasıl rehberlik ettiğini anımsattı. Duygulandım.

İkinci varlık ise köpeğim, Argos. Onun da yaşı ilerledi. Tırnaklarını bile törpüleyemiyor, çok kalınlaştı. Tırnaklarını kesmekten tutun da, gün geçtikçe öz bakımı zorlaşıyor benim için. Oğlumu büyütüşüm geliyor bu seferde aklıma. Hüzünleniyorum.

Örnekler çoğaltılabilir. Gerek yok. Zaten yeterince herkes payına düşeni alıyor. Fakat ben, inanın yaşlılığı hiç ama hiç sevmedim.