Yaş aldıkça yeni keşiflere daha açık hale geldim, diyeceğim ama zaten bende bu merak duygusu küçücük çocukken bile varmış. Büyüdükçe törpülenmiş. Sonra onay beklesem de biraz risk alır hale gelmişim. Şimdilerde yine onay beklediğimin farkındayım ama bunu aşacak olanın yine kendim olduğunun bilincinde olarak yola devam ediyorum. Bu yazının başlığında değindiğim gibi ‘keyif ‘ sözcüğünün de eklenmesi dileğiyle yazıma devam edeyim.

Ne zor şeymiş ya, kendini paylaşmak. Bir kez girdim bu yola. Pandoranın Kutusu açıldı. Kapatıp oradaki hazineden mahrum kalmak istemiyorum. Her zamanki gibi merak, heyecan, korku at başı gidiyor. Onun için sakinlik, özgüven ve cesaret gerekiyor. Hayırlısı demekten başka söz de kalmıyor.

Sinan Canan’dan insanın fabrika ayarları ile ilgili paylaşımlarının başlıkları çok hoşuma gider:

Niyet\Gayret\Cesaret\Basiret\ Feraset\ Hayret\ Hikmet\ Merhamet

Uyaklı olması dışında açılımları da çok kıymetli. Ben konuyu dağıtmamak adına sadece uyaklı oluşunun altını çizmek istiyorum. Uyak deyince de üniversitede okurken bir sınıf arkadaşımız vardı, ondan söz etmeden geçmek olmaz. Çok kibar bir erkekti bu arkadaşımız. Adı Hüsnü idi ama bu aşırı kibarlığından dolayı ona bir lakap takılmıştı; Kız Hüsnü. Bu arkadaş, adımızın baş harflerine akrostiş dörtlükler söylerdi uyaklı. Beğenirdim, hayret ederdim doğaçlama olduğu için.

Tıpkı masallardaki tekerlemeler gibi çok hoşuma giderdi. Sonradan baktım ki – her ne kadar çoğu kişi tarafından eleştirilse de- benim yazılarımın da bir melodisi var. Devrik cümlelerim bazen anlamı zorlaştırsa da benim için kıymetli. Çünkü zorlama yok. Kendiliğinden dökülüyor. Oluş halini hedeflediğim için de bana özgür bir alan sunuyor böylece.

Yazılarımda az çok yakaladığım bu farkındalığı ilişkilerimde de yakalayabilmek hedeflerim içinde. Nasıl ki her konuda birbirimize aynalık ettiğimizi düşünüyorsam, herhalde başkalarında hayran olduğum özellikler potansiyel olarak bende de vardır.

Bunlar güçlülük, iddialılık, kararlılık ve benzeri nitelikler olmak üzere o kadar çok ki... Hepsini geri almaya gücüm ve ömrüm yeter mi bilmiyorum. Ben, bu nitelikleri taşıdığım o kişilere öykünüp bu nitelikleri edinme dürtüsüyle o kişilere bağlanmışım. Diğer kişideki bir özelliği istediğimi fark etmek yerine, diğer kişiyi istediğimi- çok güçlü bir biçimde- hissetmişim. Zaman olarak – mişli zaman kullanıyorum ki artık bunu geride bırakabileceğim inancım desteklensin. Çünkü bıktım artık insan peşinden koşmaktan, medet ummaktan.

İşte ben ne zaman gücümü geri alıyorum, bunları tek tek fark edip itiraf ettikçe. Yalnızca bugün için bana iyi gelen bu. Gelelim son günlerde fark ettiklerime...

Kişilerin adsızlıklarını koruyacağım, çünkü biliyorum ki isimler değişebiliyor ama desen yani benim onlara yüklediğim anlam değişmiyor. İşte ‘güçlülük’ kavramını yüklediğim bir kişiden onu çok sevmeme rağmen acayip korkuyordum. Öyle ki hem beslenme korkularım hem de o kişinin burcu olduğu için çok uzun süredir akrep kolyesiyle dolaşıyordum. Yani o kolye ucundan medet umuyordum. Nihayet geçenlerde profesyonel yardım aldığım kişinin de yardımıyla o kolye ucunu boynumdan hatta elimden çıkardım. Umarım daha fazlası aydınlanır.

 Ne zaman ‘iddialılık’ niteliğimi bıraktım hatırlamıyorum. Fakat bunu hatırlasam da geri almak için yetmeyeceğine inanıyorum. Çünkü korkularım var. Nasıl mı? Örneğin ben iyi konuşmacıyım. Bunda iddialıydım. Manipülasyon aracı olarak kullanmam ve kullanılmadan yapılamayacağına dair olan inancım beni geride tuttu ve tutmaya da devam ediyor. Böyle olunca liderlik özelliğine olan ihtiyacımı, benimsemesem de lider olan insanlara yakın olarak gidermeye çalışıyorum. Bu da hiç samimi bir yer değil. O yüzden içime kaçan sesimin tekrar olumlu eylemler vasıtasıyla dışarı çıkması adına TSM korosuna düzenli devam ediyorum. Pek uygulayamasam da nefes teknikleriyle ilgili bilgileniyorum. Hayırlısı.

 Ben ‘kararlılığımı’ da geri alıyorum. ”Sen adam olmazsın!” diyen sese inat yapacağım bunu. İnşallah bir gün inatlaşmadan akışında olur. O yüzden

“Sen adam olmazsın!” diyen sese diyorum ki:

“Sen çekil yolumdan tonton nine!”

Çünkü biliyorum ki hepimiz bugün için elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz. Kelebekler uçuşuyor içimde, bazen onların hafifliğine kapılıp ayaklarım yerden kesiliyor. O kadar! Fakat bir çiçeğe konup dinlenmesini de biliyorum.

Daha özendiğim neler var neler! Belki hepsi bende de var. Nasıl her kötülüğün bende olduğunu görüyorsam iyilikleri de görebilirim. Neye odaklanırsam onu büyütürüm. Tıpkı dikkat kesildiğimde gözbebeklerimin büyüdüğü gibi. Biyolojik bir temele oturmak nedense insanlara iyi geliyor. O zaman uçtuğunu söyleyemiyorlar. Onun için odağımı biraz NLP’ye odaklasam iyi olacak sanırım. Masallar beni uçuruyor. Fakat çok büyülü bir dünya ve çok tanıdık. Bana masal anlatan olmadı çocukluğumda. Ben masalları masal kitabı okuyarak öğrendim. Masal da anlattım sayılmaz rahmetli oğluma. O da kreşlerde büyüdü. Zaten ben de olanı veremezdim de. O yüzden bol bol masal kitabı okudum ben de ona. Birde onunla birlikte bol bol çizgi film izledim televizyonda. Belki şimdilerde başkalarının çocuklarına anlatmak nasip olur hem yüz yüze hem de sanal ortamda. Ne demiş Tanrım; iste ki vereyim. Hayırlısı.

Masallarla ilgili Sıla Topçam atölyesine katıldım geçenlerde. Kendi hazırladığı masal kartlarından biri “Kırmızı Ayakkabılar”dı. Size de aktarıyorum sözleri:

Kendi ayakkabılarınla dans etmek özgürlüktür!

Köşede bekliyordu onu sinsi bir tuzak;

kendin olmaktan uzaklaşmak.

Önceden tüm kalbiyle dans ederken,

Şimdi duramıyordu bu parlak ayakkabıların içinde.

Ormanın içinde kayboldu,

Kırmızı ayakkabılarıyla birlikte dansı da yok oldu.

Bekledi,

beslendi,

hayal kurdu ve en sonunda yeniden kendini buldu.

Artık, kendi ayakkabılarıyla dans ediyordu.

Dedim ya yeni keşiflere keyifle açığım... Belki ben bir ceviz ağacı değilim Gülhane Parkı’nda. Fakat kendi yeşillikli kutsal parkında bir fasulye fidanıyım günden güne büyüyen, gökyüzüne uzanacağım günleri bekleyen. Ne sen farkındasın bunu henüz okuyucu olarak ne de dünya farkında. Teşekkürler.