Geldik yine koyu bir sohbetin başına. Biraz ondan biraz bundan derken gündemim oturacak her zamanki gibi merkeze. Son zamanlarda ‘ayaklarımın yerden kesildiğine‘ dair tüm uyarıların ‘gerçeğe davet edilmemle’ son bulması canımı sıkıyor aslında. Bu can sıkıntısı bana ait olduğuna göre çözümleyecek olan da benim. Öyleyse neşteri atalım bakalım.
Can sıkıntısının ne olup olmadığı üzerine uzun uzadıya yazmak niyetinde değilim. Sadece bir özlü söz alıntılayıp ‘ gerçek’ üzerine davet edildiğim alana geçmek niyetindeyim. Aldous Huxley demiş ki:
“İçindeki gerçek yolcu, can sıkıntısının değerini bilir. O, sınırsız ama kullanılmayan özgürlüğün ve yaratıcılığın sembolüdür.”
Öyleyse bana gerçeğimle yüzleşmem gerektiğini söyleyenlerin iyi niyetine odaklanarak onlara diyorum ki biz bunun bir tuzak olduğunu öğrendik NLP’de. Notlarımdan aktararak sizi de aydınlatmış olayım:
“NLP Dil Labirentleri, Belirsiz Özne “
Tuzak:
Gerçekle yüzleşmen en iyisi.
Kurtuluş:
Kimin gerçekliğiyle yüzleşmeliyim?”
Benim gerçeğim eş zamanlılıklara olan inancımla yola devam etmek isteğimdir. O yüzden yaşamın bana sunduğu armağanlara özen gösteririm. Örneğin saygı duyduğum bir insanın konuşmacı olduğu bir etkinliğe katıldım geçen akşam. Konu ‘sevgi’ idi. Bu konuşmada Erich Fromm’un ’Sevme Sanatı’ çok altı çizilen bir kitaptı.
“Sevme Sanatı” defalarca okuyup sonunda elimden çıkardığım kitaplardan biri. Çok altı çizilince tekrar okumam gerektiği düşündüm. Fakat tekrar satın almak yerine kütüphaneden temin edeyim dedim. İlçede yokmuş il kütüphanesine gideceğim. Hadi dedim gitmişken bir kitap alayım. Gülseren Budayıcoğlu çıktı karşıma. Konuşmacı olan kişiyle bir başka temasımızda kitapçıda önüme düşen ‘Hayatın Sesi’ adlı kitabıydı. Bu da ‘Hayata Dön ‘ adlı kitabıydı. Yani benim için bu bir eşzamanlılıktı.
Okudum, bitirdim ve teslim edeceğim kitabı. Ben almak istediğim mesajı aldım, o cepte. Fakat beni kesmedi. İz sürmeye devam. Sosyal Medyada bir konuşmacı, bir başka kitabın altını çok çizdi. Araştırdım kitapçılarda bulamayınca internet üzerinden aldım. Okuyorum.
Elimdeki kitap; “Astroloji, Psikoloji, Dört Element” Stephen Arroyo’ya ait.
İhtiyacım olan birçok bilgi yan yana. Şifa olsun inşallah. Çünkü bazen yorgun düşüyorum kendi gerçekliğime temas edeyim derken bu kadar didiklemekten. Fakat günün moda deyimiyle ‘ yapcak bir şey yok’, bu da benim.
Gelelim bu kitabın başlarında takıntım ile ilgili cımbızladığım alıntıya:
“Fransız biyolog ve antropolog Pére Teilhard de Chardin de(1936) ‘objektif ‘ denilen bilginin geçerliliğini tartışıyor:
Doğru veya gerçek basitçe evrenin kendi içinde yer alan her şeyle şaşmaz biçimde tutarlı olmasıdır. Biz gözlemci konumunda bulunduğumuz için bu tutarlılıktan kuşkulanmamız veya onu önemsememiz mi gerekiyor? Sürekli, nesnel gerçeklikle bir şekilde çelişen insan merkezli illüzyonları dinliyoruz. Aslında böyle bir fark da yok. İnsanın doğrusu o insan için evrenin doğrusudur; bir başka deyişle, sadece doğrudur.
Chardin’in yukarıda sözünü ettiği, tüm yaşamın bütünlüğü ve tutarlığı ve insan ile evrenin birliği, geleneksel yeryüzü merkezli astrolojiye ve aslında, eski zaman yazarlarının sık kullandıkları mikrokozmoz- makrokozmoz ilişkisine çok güzel bir teori sunuyor.”
Gelin bir de yaşanmışlıklarımdan bir alıntıyla noktalayalım yazımı. Gerçeğimi her alanda ayrı ayrı oturtmaya çalışıyorum kendimi tanımak adına. Nasıl ki içimde bir sürü benlik varsa benim dışarıda da bir sürü ilgi alanım var. Bunlardan biri de ‘masal anlatıcılığı’ oldu son zamanlarda. Okuduklarımdan yola çıkarak ‘bilgelik hikâyelerinin’ beni daha çok cezbettiğine tanık oldum. Böylece Cevdet Kılıç’ın hazırladığı ‘Bilgelik Hikâyeleri’ kitabını aldım, okudum. Yıllardır hem branşım gereği hem özel ilgi alanım kişisel gelişim olduğu için çoğu hikâye bilgim dâhilindeydi. Bunlardan bazılarının değişik versiyonlarını büyüklerimden dinlediğim de oldu. Ruhu şad olsun Neriman teyzemden dinlediğim ve bu kitapta da karşılaştığım bir tanesini sizinle paylaşmak istedim.
Kahve Tiryakileri Der Ki
(Karamsar ve İyimser Bakış Açısı)
Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikâyet eden, her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı. Hayat ona göre, çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına.
Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi. Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı. Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı. Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi.
Yirmi dakika sonra adam, cezvelerin altındaki ateşi kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı. Kızına dönerek sordu:
- Ne görüyorsun?
- Patates, yumurta ve kahve? Diye alaylı bir cevap verdi kızı.
- Daha yakından bak bir de! Dedi baba, patatese dokun.
Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.
-Aynı şekilde, yumurtayı da incele.
Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü. En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi.
Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı:
-Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?
Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı.
Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı tepkiler vermişlerdi. Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğu içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş katılaşmıştı.
Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.
“Sen hangisisin?” diye sordu kızına. “ Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin? Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? Yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracaksın? Yoksa kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin?”
İşte ben de davet edildiğim alanları nasıl değerlendireceğime karar verebilecek tek kişiyim. Önemli olan neyi seçeceğim?
Hadi bakalım, araştırmaya devam. Kolaylıkla, sevgiyle ve neşeyle!