Bizim işimiz narin / Bugün olmazsa yarın; annemden duyduğum bir söylemdir. O, “ yarın “ ı uyaklı olsun diye tabii; “ yarin “ şeklinde söylüyor, benim de pek hoşuma gidiyor. İşler bitmediği zaman duyduğu suçluluk duygusunu hafifletmek adına kullanır bu söylemi. Tabii, aslında önemsiz gördüğü ayrıntılarda ve keyfi yerindeyse gülerek söyler. Fakat ender duyduğum bu söylemi yaşı ilerledikçe daha sık duymaya başladım. Çünkü gittikçe gücü azalıyor ve özellikle ustalaştığı işlerde bile ertelemeler çoğalıyor. Doğaldır. Kendimle kıyasladığımda onu iyi bile buluyorum. Bakalım ben onun yaşına geldiğimde o güçte olabilecek miyim?

Evet, konuyu benim ertelemelerimi yoğun yaşadığım sayfama yazı yazmaya getireceğim. O kadar çok malzeme varken oturup yazamamak inanın beni çok üzüyor. Sonra da bakıyorum ki;” Eee… Ne de olsa narin iş, ince eleyip sık dokumak lazım.” gibi anneme yakın bir söylem tutturmuşum. Hayır, bunu yapmak istemiyorum. Kendimi UYUŞTURMAK istemiyorum bu tür düşüncelerle.

Uyuşturmak sözcüğünü bilinçli olarak kullandım. Nil Gün’ ün “ Yaşam Cesurları Sever “ kitabını kim bilir kaçıncı kez okuyorum, sayısını unuttum. Bana iyi geliyor, unuttuklarımı anımsatıyor. Oradan alıntı bir pasajla yazıma devam edeceğim için özellikle ” uyuşturmak “ sözcüğüne işi bağladım.

“ Prozac, Zoloft ve Paxil ile benzer bir ilaç. Sadece daha şöhretli. Neredeyse her psikolojik sorunu biyoloji ve genetiğe dayandırmaya meraklı biyopsikiyatri, on beş dakikada biyokimyasal dengesizlik teşhisi koyarak hastayı belki de ömür boyu bir ilaca bağımlı kılıyor. Biyopsikiyatrinin depresyonun biyolojik kökenli olduğuna dair hipotezleri defalarca çürütülmesine, karşı araştırmalarla geçersiz kılınmasına ve sağduyuya aykırı olmasına rağmen, halkımız HAPI YUTMAYA devam ediyor.”

Böyle çeşitli uyuşturucular ve rantları ile ilgili görüşlerini sıralamaya devam ediyor yazar. Ben, yine özellikle “ hapı yutmak “ deyiminde kestim sözü. Neden mi?

“Hapı yutmak “ deyiminin öyküsünü yazacağım da onun için. Çalışırken öğrencilerime deyimlerin öykülerini de anlatarak, bilginin daha kalıcı olmasına gayret ederdim. Hem dersi de daha akıcı kılıyordu. Kendi söylemimi bir yana bırakarak, açıkçası biraz işin kolayına kaçarak bir internet sayfasından aynen aktarıyorum öyküyü.

“ Osmanlı Sultanı IV. Murat zamanında, halk sağlığı için içki, tütün ve afyon yani esrar kullanmak yasaklanmıştı. Görevliler tarafından sık sık denetimler yapılır ve yasağa uymayanlar cezasına katlanırdı.

Gelgelelim, zamanın Hekimbaşısı Emir Çelebi de afyon müptelası imiş ve bu durum padişahın da kulağına gitmiş. Âdeti üzerine Hekimbaşı, entarisinin ceplerinde her vakit bir miktar afyon taşırmış. Sultan Murat ise “ Hekimbaşı da yasak tanımazsa, halk ne yapmaz!” diyerek öfkelenmiş.

Bir zaman sonra Sultan Murat, Hekimbaşı Emir Çelebi ile satranç oynadığı bir sırada, “ Cebinde ne varsa boşalt Çelebi! “ diye emretmiş. Hekimbaşı, yakalandığını anlamış ama yapacak bir şeyi de yokmuş, cebindekileri bir bir çıkarmış. İçine afyon koyduğu küçük kutuyu da çıkarıp koyunca, biraz çekinerek, “ Sultanım!” demiş, “ Bunun içindekiler ıslah edilip zararsız hale getirilmiş afyondur yani bir nevi ilaçtır. Sadece hap bunlar!” demiş.

Sultan da “ Madem öyle zararsızdır, yut bakalım o hapları. “ diyerek tekrar emretmiş. Hekimbaşı, afyonların en keskininden olduğunu bile bile, tek tek yutmuş hapları. Sonra da hizmetkârlardan buzlu şerbet isteyip üstüne içmiş. Ancak çok geçmeden de teslim-i ruh ederek dünyasını değiştirmiş.

Hekimbaşı’nın başından geçen bu hadise çok anlatılmış elbette ve onun için “ Hekimbaşı hapı yuttu “ sözü dillerde dolaşmış. Daha sonra da böyle kötü duruma düşenler için “ hapı yuttu” deyimi söylenir olmuş. “

Benden söylemesi, yazması. Böyle kötü durumlara düşmememiz, olur ya ayağımız kayarsa da çabucak toparlanmamız dileğiyle. Laf nerden nereye geldi değil mi? Eee, bizim işimiz narin ne de olsa!