“Peki, canlı psişik renkleri birbirine karışıp pelteleştiğinde, kadınlara ne olur? Parlak kırmızıyı, safiri ve soluk sarıyı karıştırdıklarında ne olur? Ressamlar iyi bilir. Canlı renkleri birbiriyle karıştırdığınızda, çamur denen bir renk elde edersiniz. Bu, üretken olan çamur değil, kısır, renksiz, tuhaf bir şekilde cansız ve ışık saçmayan bir çamurdur. Ressamlar tuvallerinde çamurla karşılaştıklarında her şeye sil baştan başlamaları gerekir.”
Hadi bakalım şimdi gel buradan bak! Bu kaçıncı sil baştan, yoruldum. Birileri benim için bu işi yapıverse noktasındayım. Kader dediğimizi silip tekrar yeniden yazıverse ne güzel olur! Hâlbuki yıllarca beyaz tebeşirle siyah tahtada yaza sile az tebeşir tozu yutmadım. Görevim diye de bunu canla başla yaptım. Nereye gitti o Özlen, bilmiyorum. Tek bildiğim yorgunluğum ve üzerimden bir türlü silkeleyemediğim ölü toprağı. Onu da terapistler silkelesin istiyorum sanırım benim adıma. Hayırlısı!
Küçük kız çocuğu olarak, çoğunluğun yaptığı gibi (genelleme yapıyorum ki biraz uzaklaşsın benden seçimlerim, biraz olsun nesnel yazabileyim diye) kırmızı rugan ayakkabıları seçmişimdir hep. O kadar parlak ve göz kamaştırıcıydı ki benim için. Bugün hala kırmızı benim için özeldir. Hani şu beş kuruş fazla olsun ama kırmızı olsun diyenlerdenim. Safir ve soluk sarı da ( annem b.k rengine benzetse de) kullandığım renklerdir. Oldu mu sana çamur. Ressam değilim ama insanım. Biliyorum içimdeki o cansız ve ışık saçmayan çamuru. Yine aynı zamanda biliyorum çocukluğumdan canlı ve ışık saçan kaymak gibi çamuru. O çamurun üstünde çivi oyunu oynardık incecik dar yollarda birbirimizi hapsetmek için. Yine o çamurdan tencere tava yapardık evcilik oyununda birbirimize ikramda bulunmak için. Yani alma verme dengesini daha gözetebilen samimi bir dönemmiş o günler. Bugün içten pazarlıklı halime tanık olunca üzülüyorum.
Özellikle de Tanrı ile yaptığım sıkı pazarlıkları fark edince hele nasıl mahcup oluyorum anlatamam. İnsanlarla açık ve o kadar şeffaf ilişkiler geliştirebildiğimi söyleyemem ama kitaplar yalnız olmadığımı söylüyor şükürler olsun.”Gölgeyle Buluşma” İnsan Doğasındaki Karanlık Yüzün Gizli Gücü Editörler: Connie Zweig& Jeremiah Abrams bu sıralar elimdeki kitaplardan biri. Kitapta gölgelerin yoğun çalıştığı bir alan olarak din ve din adamlarının üzerinden yazılan birçok makale var. Anlamakta zaman zaman güçlük çeksem de her geçen gün daha fazlasının aydınlanacağını umuyorum.
Psikolojik açılımlarıyla bir başka başucu kitaplarımdan biri olan “Kurtlarla Koşan Kadınlar”dan, ‘Kırmızı Ayakkabılar’ adlı öyküden dem vuruyorum ve ardından da bir alıntı yapıyorum bağımlılıklar üzerine. Alıntıya geçmeden İblis’in sunup sunmadığının peşinden gidiyorum diye de belirtmek istiyorum usulcacık. Aman kendileri duymasın lütfen!
Otuz beş yaşında ilk boşanma olayımı yaşadığımda var olan sorgulamalarım artarak bugüne ulaştı ve sanırım son nefesime kadar da sürecek. Birinin yerine diğerini koyarak bağımlılıklarım üzerine nasıl hareket ettiğimi görüyorum ve yalnızca bugün için işime yaramayanları durdurabilmek ve bunun yerine bana hizmet eden, geliştiren bağımlılıklar koymak adına çaba gösteriyorum.
Yaşın altını özellikle çizdim ‘otuz beş’ diye. Çoğu öğretide farkındalıklar yolculuğunda çok altı çizildiği için. Fakat öyle örnekler var ki yaş da bir sınırlama aslında. Diyorum ya bu kadar çok bilgi içinde yaşamın paradokslarıyla baş etmekte zorlanıyorum. Kolaylıkla, sevgiyle ve neşeyle olsun diyelim alıntıyla noktayı koyalım:
“Klasik Jungcu psikoloji, ruhun kaybının özellikle orta yaşlarda, otuz beşinde ya da daha sonra ortaya çıktığını vurgular. Ama modern kültürün içinde yaşayan kadınlar için ister on sekizinde, isterse sekseninde olsunlar, ister evli isterse bekâr olsunlar, soyağaçları, eğitimleri ya da ekonomik durumları ne olursa olsun ruh kaybı gündelik bir tehlikedir. Birçok ‘eğitimli’ insan, ‘ilkel‘ insanların ruhlarını kendilerinden çalabileceklerini düşündükleri yaşantılarla ve olaylarla ilgili sonsuz listelerini- yılın yanlış bir mevsiminde bir ayının görülmesinden tutun da içinde biri öldükten sonra henüz kutsanmamış olan bir eve girmeye kadar- duyduklarında anlayışla gülümser.”
Gülümsetecek hikâyelerimiz olsun inşallah! Teşekkürler.