Bir zamanlar büyük bir kentin kaldırımlarından birinde sosisli sandviç satan bir adam vardı. Kısmen sağır olduğundan radyo dinlemezdi. Pek iyi göremediğinden televizyon izlemez ve gazete okumazdı. Ama sosisli sandviç satmakta üstüne yoktu! İnsanları coşkuyla sosisli sandviçlerini almaya teşvik ederdi. Bunların ne kadar lezzetli olduğunu anlatan dikkat çekici bir tabelası vardı. Sonra, artan müşteri potansiyelini karşılamak için büyük bir fırın bile almıştı.
Derken her şeyi değiştiren bir olay oldu. Üniversiteden dönen oğlu babasına şöyle dedi: “ Baba, sen hiç radyo dinlemiyor musun? Büyük bir ekonomik durgunluk geliyor. Hiç gazete okumuyor, televizyon izlemiyorsun, galiba. Tam bir politik kargaşa yaşanıyor. Dünya büyük bir karışıklık içinde. “
Böylece babası kara kara düşünmeye başladı. “ Oğlum üniversiteye gittiğine göre durumu iyi biliyordur.” Diyerek, sandviç ekmeği ve et siparişlerini, reklam tabelalarının sayısını azalttı. Yolun kenarında ayakta durup sandviçleri coşkuyla satmaktan da vazgeçti. Tabii satışları hemen düştü.
Baba, oğlunu karşısına aldı ve şöyle dedi: “ Haklıymışsın, evlat. Gerçekten büyük bir ekonomik durgunluğun tam ortasındayız. Eskisi gibi iş olmuyor artık.”
Adamın sandviç satışlarını düşüren neydi, dersiniz? Tutumu! Oğlu bir sürü olumsuz düşünceyi aklına getirmeseydi satışları iyi gitmeye devam edecekti. Yeni edindiği şüphe dolu tutumu, satışların azalacağı beklentisini yarattı. Ardından satışların azalmasına yönelik bir eyleme geçti.
Yukarıdaki alıntı 2004 yılından beri başucu kitaplarımdan biri olan; “ Mazeret Yok “ adlı yapıttan. İnanın koca kitaptan ilk ve hemen hemen tek aklımda kalan çarpıcı örneğim bu oldu benim. Belki o yüzden yıllardır ne televizyon izliyor, ne radyo dinliyor ne de gazete okuyorum. Ha senin satacak neyin var diyorsanız; olsa olsa tereciye tere satarım ( ! )