Demagoji; bir kimsenin ya da topluluğun duygularını kamçılayarak, okşayarak ona ya da onlara gerçekdışı şeyler söyleyerek onu ya da onları kendine çekmeye çalışmak.
Ne çok duyduğum bir deyişti gençliğimde; ‘Demagoji yapma!’. Her ağzımı açtığımda eleştirileceğim ve dolayısıyla dışlanacağım diye korkarken bugün de bu deyiş değişik versiyonlarıyla yaşamımı yönetilemez hale getirebiliyor. Yönetemediğim bir yaşamdan da her geçen gün uzaklaşıyorum. Sesimin, bedenimin, ruhumun gün geçtikçe içime kaçtığını söyleyebilirim mecazi anlamda. Zaman ne getirir bilmiyorum ama ben bedenimle, sesimle, ruhumla dolu dolu yaşamın içinde olmak için elimden gelenin en iyisini yapmaya niyetliyim. Bunun ayak işlerini de elimden gelenin en iyisiyle yaptığıma inanıyorum yalnızca bugün için.
İşte bu ‘ayak işleri‘ deyişinden çıkıyor bu yazı da. ‘Ayak‘ sözcüğünü ne çok aşağılayıp durmuşuz, ilerlememizin ayaklarımıza bağlı olduğunu düşünmeksizin hor görmüşüz onları. Ayıp, çirkin, günah (fetişizmi düşünerek de yazdım) deyip yargılamışız, yok saymışız. Örneğin bizim ailede çorapla bile (bırakın çıplak ayakla) fotoğraf çekilemez, insan yanına çıkılamaz. Muhakkak terlik ya da ayakkabı olmalı, o çirkinlik estetik olarak bir şeylerle gizlenmeli yani.
İşte sözcüklerle oynamaya bayılan ben, böyle kaptırdım mı kendimi alır başımı giderim o sihirli dünyaya. Sihir tozu dökülür gibi sözcükler dökülür kalemime ben yetişemem hızına. Salıvermek isterim nereye götürürse... Bilirim aslında içten içe onun götürdüğü yerde eşsiz bir manzara beni bekliyordur ama ya gülerler, dalga geçerlerse ne yaparım? Utanırım, mahcup hissederim kendimi. Sonra da vazgeçerim daha önce yaptıklarım gibi.
Demagoji yapma diyecekler diye, işte bu yüzden oyun alanlarımdan biri olan sözcüklerle oynamayı bıraktım, terk ettim o alanı. Yeniden kendimi güvende hissedeceğim şekilde düzenlemeye çalışıyorum şu sıralar.
Bir yerden başlamak lâzım dedim ve başlığından da anlışalacağı gibi ‘Ayak Takımı’ ve ‘Beyaz Yakalılar’ düştü oltaya.
Ayak takımı onlar uzak dur, Beyaz Yakalılar onlar ulaşılmaz. Her ikisinde de uzaklık söz konusu, tek farkla birinden aşağılayarak söz ederken diğerinden kendini aşağı hissederek bahsediyorsun. Her ikisi de illüzyon. Ruhsal bir öğretide bana rehberlik etmiş bir kişiden kusurlarımız üzerine çalışırken duymuştum; kendini altta hissediyorsan= illüzyon, kendini üstte hissediyorsan= illüzyon demişti. Eşitlikli ilişkiler kurmada bence gözetilecek tek formül. Basit ama kolay değil.
Hadi gelin her ikisini de Google’ dan rastgele yazalım:
“Ayak takımı”; işe yaramaz, bilgisiz ve kültür seviyeleri düşük olan kişiler için kullanılan bir deyimdir. Deyimde belirtilen ayak takımı kaba, bilgisiz ve görgüsüz kişiler için kullanılmaktadır.
“Beyaz Yakalılar”; bir şirkette masa başı fiziksel güçten ziyade zihinsel gücünüzle işleri yürütüyorsanız sizi iş hayatında beyaz yakalı olarak tanımlayabiliriz. Çünkü beyaz yaka, genel olarak fiziksel emek yerine zihinsel emeğini ortaya koyan meslek gruplarını kapsayan bir terimdir.
Tabii bizim zamanımızda böyle bir tanımlama olmadığından benim için yeni bir kavram. Yine de ben siyah önlüklü, beyaz yakalı bir öğrenci geçmişine sahip biri olarak orada kalmak istiyorum. Çünkü biçimsel de olsa bir eşitliğin sezdirilmeye çalışıldığı o dönemi tercih ederim.
Bunca kavram karmaşası içinde nasıl olacak bilmiyorum ama ben sözcüklerin sihirli dünyasında bu eşitlikçi dünya için emek vermeye hazırım. Eleştirilebilirim, dışlanabilirim – ki bunlar yaşamadığım şeyler değil- bu sefer farklı olarak vazgeçmeden, daha ılımlı bir yerden yaklaşabilirim konuya.
Bu sefer de oportünistlikle suçlanacağım diye korkuyorum. Oportünistlik neymiş bakalım Google’ a; Oportünizmi uygulayan, davranışı oportünizme uygun olan, duruma, kendi çıkarına göre davranan, durumlardan, koşullardan kendi çıkarına yararlanan ( kimse). Sanki herkes farklı davranırmış gibi bir de böyle suçlanırdı insanlar bizim zamanımızda. Yani ılımlı olmaya niyetlenirken yalakalığa kaçacağım diye ödüm kopuyor. Ne varsa bunda da aslında görmek lazım. Çünkü bu korku benim kendimi ve başkalarını sevmemde büyük engel oluşturuyor.
Anlayacağınız içim kurudu. İnanın bir sürü meditatif eylemle o kuraklığı vahaya çevirmek için emek veriyorum. Evet, çöl de bir yaşam şekli Vaha da. Fakat ben yalnızca bugün için Vaha’yı seçiyorum. Orada serinlik dolayısıyla hafiflik var. Bir hava burcu ( ne kadar bilgiliyim havasına ihtiyaç duydum şu an ) olarak orada bana konforlu bir yaşam vaadi var. Bu vaadi bir armağan olarak aldım cebime koydum.
Beyaz Yakalı olarak hayatın içinde görev yapan ben, bugün bir emekli olarak zaman zaman sokaklarda hayvanlarla yaşayan ‘ayak takımı‘ olarak nitelendirdiğimiz insanlara özeniyorum. Onların ayakkabılarını giymediğim için onların daha özgür dolayısıyla sorumsuz birer insan olduklarını düşünüyorum. Hâlbuki paket program bu hepimizin seçtikleri. Artı ve eksileri ile birlikte hepimiz payımıza düşeni alıyoruz.
Tabii daha yüksek bir bilinç seviyesinden bakıldığında ise hepimiz bu paketleri seçip geliyormuşuz. Öyle olunca alan memnun satan memnun. Tekâmül bakımından farklılıklar olabiliyor anladığım kadarıyla. Hani şu hep verilen örnekten yola çıkacak olursak; ilkokulu bitirmiş biri ile yeni okula başlamış biri kıyaslanamaz, yargılanamaz. Sadece biri o sıralardan daha önce geçmiştir o kadar.
Bu örnekleri vermek bile beni o kadar yoruyor ki... Kendimi bir şeylere ikna etme enerjisindeyim çünkü. İçim alev alev yanarken yaşanmamışlıklar ve yaşanmasını arzu etmediklerimle böyle içimi serinletmeye çalışmak çok cılız kalıyor. Beni vahalar da kesmez abi, bana uçsuz bucaksız ormanlarda temiz hava lâzım bol bol. Ancak o zaman belki derin bir oh çıkar göğsümden. Oldu! Oldu! Oldu! Ciğerlerim mis gibi çam havasıyla doldu! Şükürler Olsun! Teşekkürler.