İstanbul gezimden yeni döndüm. Döner dönmez yeğenimin verdiği kitaplardan biri olan Ayşe Övür’ ün “ Botter Apartmanı “ adlı romanını okudum. Açıkçası çoğu kitaptan yola çıktığım gibi önceliklerim doğrultusunda hareket ettim.

Bu kitapla ilgili birinci önceliğim yeğenimle ilgili anıları çoğaltmaktı. Kendisi romanda da adı geçen “Botter Apartmanı” ile ilgili bir hizmet veriyor. Bu apartmana düzenlenen tanıtıcı gezilerde rehberlik yapıyor. Dolayısıyla gezmek bana nasip olmadı ama çizdiği rotada, onun dışındaki romanda da adı geçen yerlerle tanışıklığım daha bir anlamlı oldu onun yönlendirmesiyle.

Tünel, Galata Kulesi, Mevlevihane, Nallıhan, Aksu Pasajı gibi o güzergâh üzerinde güzel bir gün geçirdim. Tadı damağımda kaldı. O güzergâhla ve Beyoğlu ile ilgili ondayken faydalanmam için bir araştırma kitabı da koydu ortaya. Zaman zaman açtım okudum merak ettiklerimi. Fakat kitap yanımda olmadığı için o bilgileri size aktaramayacağım. Konuya da teğet geçmemek adına Google’ dan kısaca bir bilgi vermek isterim. Romanı da arzu eden alıp okur zaten. Dediğim gibi benim asıl amacım yeğenimle yaşadıklarımın uçup gitmemesi adına kayıt oluşturmak.

Botter Apartmanı ile ilgili Google ‘da kısaca şu şekilde bilgi yer almış:

“İstiklal caddesi üzerinde 235 numarada yer alır. Bugünkü İsveç Konsolosluğu binasının yanında 1900’ lerde inşa edilmiştir. Padişah II. Abdülhamit tarafından sarayın resmi terzisi ve modacısı olan Hollanda uyruklu Jean Botter için yaptırılan bina, dönemin ünlü mimarı Raimondo D’Aronco’ un eseridir.”

Diğer verdiği kitap ise Mine Söğüt’ ün “ Başkalarının Tanrısı”. Okumaya başladım. Fakat yeğenimle paylaştığım bir anıyı sizlerle de paylaşmak isterim. Ben ilginç bir şekilde ve biraz da utanarak tanıştım Mine Söğüt’le. Kızlar Ağası Hanı’nda sürekli alışveriş ettiğim dükkânda kıyafetleri giyip çıkarırken bir yandan da sohbet ediyoruz dükkân sahibesiyle. Bir an elektrikler kesildi ben soyunma kabinindeyken. Yenice de zar zor “Körlük” kitabını bitirmişim Jose Saramago’nun, tüylerim diken diken oldu. Dükkân sahibi kadınla da paylaştım korkumu. Derken elektrikler geldi. Oradaki diğer kadın da sohbete katıldı “Körlük” kitabı üzerinden. Laf lafı açtı sohbet koyulaştı. Sonradan sorunca öğrendim o kadın Mine Söğüt’müş.

 O gün aldığım rengârenk elbise belki de körlüğün kapkaralığına bir tepkiydi. Bilemiyorum. Fakat o elbiseyi yine İstanbul’ a gittiğimde benim için özel olan bir kutlamada da giymek nasip oldu. Çok sade giyinen yeğenimin yanında oldukça kokoş hissettim kendimi. Bu da benim. Zaten düşlerim içinde öyle kokoş bir yaşlı teyze olmak da var. Yapabilir miyim bilmiyorum. Çünkü son zamanlarda fark ettiğim bazı şeyler oldukça meydan okuyucu geliyor. Örneğin sarkan koltuk altlarımı ve göğüslerimi saklamaya çalışmak ya da kırmızı rujumu sürerken dudaklarımın kırışıklarında dağılması gibi rahatsız edici, hiç de kendimle barışık hissettirmeyen içsel durumlara da tanık oluyorum. Bakalım zaman ne gösterecek. Hayırlısı.

Yeğenimle ilgili bir tespitle de yazıyı noktayalım daha fazla dağıtmadan. Halk arasında yaygın bir kullanım vardır; kız halaya oğlan dayıya çeker, diye. Etkili oluyor gerçekten. Rahmetli halamın geniş basenleri vardı, onun gibi olacağım diye korktum. Oldum da bazı dönemlerde. Sonra bir kitapta okudum zihnime işledi. “Evet, kalçalarınız halanız gibi vücudunuzun diğer bölümlerine göre geniş olabilir. Fakat ne kadar geniş olacağına siz karar verebilirsiniz.” diyordu. Hep onu hatırlatıyorum kendime o korkum tetiklenince.

Yeğenimin de bana benzemekle ilgili bir korkusu var bu konuda. Hatta yenice öğrendim omuzları geniş ve dolgunca diye de güzel durmayacağını düşünerek askılı giymiyormuş. Benim de omuzlarım geniştir. Bak rahmetli halacığımın dardı Allah için. Omuzlar konusunda da anneme çekmişim. Oradan biraz buradan biraz ama en önemlisi benzersiz ve biricik olduğumun bilgisi herhalde.

 Öğretiler sonucu ya tamamen bedenimden uzaklaşmışım ya da bazen tamamen beden odaklı olmuşum. Bu süreç devam ediyor. Emek veriyorum. Örneğin ben ellili yaşlarımın başında öğrendim sekiz ya da kum saati dedikleri beden şekline ait bir bedenim olduğunu. Elma armut beden olacağım diye zorladım da zorladım o kalıplara gireceğim diye. Olmadı tabii. Bugün şekilsel olarak bir etiket bulsam da bedenimle uğraşmaya devam ediyorum. Bazı şeylerin kıymeti ne yazık ki yitirilince anlaşıyor. Bedenim yaşlandıkça beni terk ederken kavrıyorum aslında ne güzel bir beden bahşedildiğini bana.

Yeğenim üzerinden gittiği için konu diyorum ki o da dâhil hepimiz inşallah bize verilenlerin kabulü içinde şükranla dolup taşarız. Çünkü yenice öğrendim; Şükran, alan taraf olmanın nihai halidir diye. Teşekkürler.