Ben de dâhil hepimiz tanı koymakta diğer deyimle bana göre etiketlemekte maşallah at başı gidiyoruz. Kendi adıma artık bunu sesli olarak dillendirmekten kaçınsam da içimde durduramıyorum. Fakat şunun farkındayım şükürler olsun benim orada görmem gereken ne diye, elimden gelenin en iyisiyle kafa patlatıyorum. Çünkü yetişkin tarzıyla hareket edip o içimdeki çocuğu avutmayı kendime bırakırsam, yaşamımın o kadar anlamlı olacağına inanıyorum.
Tükenmişlik sendromu, depresyon, panik atak... Ne kadar sık duyduğumuz sözcükler oldu. Haddimi aşmamak ve dağılmamak adına yine bir sınır koyma gereği duydum. Bence bunları en çok tetikleyen ve kendimde de sıkça tanık olduğum bir karakter kusuru üzerinden devam etmek istiyorum yazıma.
Mükemmeliyetçilik karakter kusuru yaşamımdaki kösteklerden biri. Çok canımı yakmış ve ne yazık ki yakmaya devam ediyor. Sadece fark ettikçe böyle itiraf ederek fazla zarar görmemek adına çaba sarf ediyorum.
Dinlediğim bir konuşmada şöyle bir tespitte bulunmuştu konuşmacı mükemmeliyetçilikle ilgili: ‘’Eskiden idealistler yakalanıyordu, şimdi ise hırslılar yakalanıyor buna.” Ben de her iki kategoriye soktuğum için kendimi, bundan nasibimi bolca alıyorum.
Ya hep ya hiç noktasından çıkıp kendime başta olmak üzere karşıya da merhametli davranmak kendimce hedeflediğim bir anlayış.Yine o konuşmadan aklımda kalan bir tespit: “ Kelimelerimizi, arkadaşlarımızı elimizden aldılar” dedi. Elimin altında bulunan sizlersiniz, o yüzden bazen size de merhamette cimri mi davranıyorum diye düşünmekten de kendimi alıkoyamıyorum ama sizin en azından seçme hakkınız var, okumazsınız. Fakat ben yazmazsam artık yaşayamam gibi geliyor. Bu koronalı günler, emin olmadığım bir şeyi gözümde belirgin kıldı, yazmak benim nefes almaya çalıştığım alan. Mükemmel olmadığım için bu alandan da uzaklaşmak istemiyorum yalnızca bugün için.
Yine fırsat buldukça dinlediğim sohbetler, mükemmeliyetçiliğin tetiklediği bu tür hastalıkların hizmet ettikleri üzerine de parantez açıyor. Bunlardan biri de onay ve ilgi üzerinden görülmek ihtiyacı ile bağdaştırılıyor. Daha neler neler...
Kendi üzerimden gidecek olursam yenice bir farkındalığımı paylaşayım sizinle.Geçenlerde patates kızartıyorum, her kızartışımda sıcakken bir iki tane atıştırırım. Rahmetli anneannem yağ çeker diye bize izin vermezdi diye de söze dökerim o günlere özlemimi. Fakat son günlerde beslenmemi üç öğünde tutmak adına çaba sarf ediyorum ve elim gitti gitti geldi, o iki üç patatesi mide asidimi harekete geçirmesin diye atmadım ağzıma.Sonra anneme dedim ki “ Anneannem aslında belki bilinçsizce ya da onun da temelini unuttuğu atalardan gelen bir gelenekle bize doğru olanı uygulatıyormuş.Tek yapabileceğimiz şey hatırlamak. Yoksa yeni öğrenilecek bir şey yok hayatta.”
Böyle dedim demesine ama rahmetli anneanneciğim mutfaktan her çıkışında ağzı oynadığında yine rahmetli dedeciğim” Senin de ağzın hiç boş durmuyor.” diye söylenirmiş. Ne yapsın güzelim benim, o kadar çocuk torun torba sahibi olunca yetiştirmek zor en az günde üç öğün yemek. Nur içinde yatsınlar.
Birden ne yazsam anlamsız geldi bu satırları yazdıktan sonra.O zaman diyelim ki;
“Derman arardım derdime derdim bana derman imiş"