Çok kibirli birisi, bir toplulukta ayağını uzatmış oturuyordu. Bunu gören Nasrereddin Hoca da ona ders vermek için, ayağını uzattı. Kibirli bunu görünce, kızıp şöyle bağırmaya başladı:
- Eşekle senin ne kadar farkın var ki, bana karşı saygısızlık ediyorsun?
Hoca, kendisiyle o adam arasındaki mesafeyi ölçtü. Başını eğip şöyle cevap verdi:
- Eşekle benim aramda 3 metre mesafe vardır.
Bu fıkra eskiden bana çok cazip gelirdi. Çünkü eskiden, tıpkı Nasreddin Hoca gibi; başkalarının hataları üzerine odaklanır ve mutlaka onların hadlerini bildirmem gerektiğine inanırdım. Bunu bazen de öğretmenlik kimliğimin arkasına saklanarak, yumuşatır “küçük bir ayar çekmek “ şeklinde de içselleştirirdim.
Bugün farklı mı? Evet. Bugün de kibrimle hareket edebiliyorum ve son nefesime kadar da edeceğim; bunu biliyorum. Fakat bugün, artık onun doğruluğunu savunmuyorum, fark ettiğimde özür diliyorum ve inanın üzerine hareket ettiğimde de canım yanıyor. Tabii, bir şeyi daha farkındayım; gün geçtikçe sayısı azalıyor ve böylece benim canım daha az yanıyor.
Uzun lafın kısası, tabii ben bu girişten yola çıkarak, gündemime geleceğim ve yaşadıklarımın analizini yapacağım. Bu sıralar yine çok acı çekiyorum kibrimden. Kendi yaşamımı kontrol edemediğim için başkalarının yaşamlarına odaklandım ve onları kontrol etmeye çalışıyorum. Doğal olarak bunu da gerçekleştiremeyince, onları suçlamaya başlıyorum; beni anlamıyorsunuz, beni sevmiyorsunuz, beni düşünmüyorsunuz gibi uzayıp gidiyor suçlama listem.
Geçen gün, bir konuşma esnasında; kardeşim bana “ sana kendimi sorumlu hissetmiyorum “ deyince çok kırıldım. Ağladım. Üzüntümü kendisine ifade ettim.O da kendi tarafını paylaştı ve benim en başta ekonomik özgürlüğümden dem vurdu. Yine de tarzı incitici geldi. Fakat dönüp içime baktığımda ben de incitici olabiliyorum, ben de keskin sınırlar çizebiliyorum; örneğin oğlumla ilişkimde olduğu gibi. Hemen zihnim mazeret buluyor; “ ama senin oğlun… “
Halbuki her “ ama “ bir önceki yargıyı çürütüyor ve herkesin kendine göre bir “ama “sı var. En iyisi oralara hiç dalmamak. Benim suçlu aramaya ihtiyacım yok, kendimi aklamak için. Ne olup olmadığımla ilgili gün geçtikçe daha fazla bilgi sahibi oluyorum. Dileğim bu bilgiler doğrultusunda kendimi kabullenebilecek bir alçakgönüllülüğe ulaşmak. Yapabildiğimin en iyisi ile.
İnancım şudur ki; acıya rağmen büyümenin olduğuna güvenirsem, bu zor dönemlerin içinden daha hazırlıklı geçebilirim. Yaşamın şartlarında yaşamın her zaman hoşlandığım veya daha da önemlisi anladığım gibi olmayacağını kabullenirim. Bu alçakgönüllülük ister; çünkü başkalarına nasıl görüneceğime dair korkularımı salıvermem gerekir. Eh, yapacak çok iş var deseniz ya!