Her zaman yazmaktan yana oldum. Sonraları öğrendim, meğerse bu benim görsel yanımın ağır basmasıyla ilgiliymiş. Fark ediş farkındalığa dönüşüyor ve yaşamımın vazgeçilmezi oluyor yavaş yavaş. İşime de yarıyor bu bakış açısı. Yaşamın içinde de açıkçası işlevini koruyor. Böylece yaşamla bütünleştiğimi hissediyorum. Ne güzel!
Geçenlerde yaşadığım olumsuz gibi görünen bir olaydan yola çıkarak bunu somutlaştırmak isterim. Kurumsal bir yerden aldığım dergi, aslında hep aldığım ve üstelik hep oradan aldığım bir dergi. Fakat dergide tarih yazmıyor. Bu yayınevinin tercihi. Fakat ben hep şüpheyle hareket ediyorum bu yüzden. Yine rafta gördüğümde önce çocuklar gibi sevindim yeni sayı diye. Kasaya geldiğimde sordum şüphem yine depreştiği için. Bilemeyeceğini söyledi kasiyer kız. Tamam dedim ve aldım. Fişi de kâğıt dönüşüm kutusuna attım ve gittim bir pastaneye oturdum. Hem arkadaşımı beklerim hem pastamı yerim dedim. Yedim içtim. Arkadaşım gecikince hadi dergime bir göz atayım dedim. Görsellerine baktığım an anladım ki eski sayı. İç seslerimi hiç dillendirmeyeyim en iyisi.
Neyse, karar verdim geri alınacağına dair umudum olmasa da gidip duygularımı dillendirmiş olurum en azından dedim. Gittim direk reddedildim tabii. Peki dedim o zaman şikâyetim var, yetkili birine yönlendirir misiniz, dedim. Süresi dolmuş (düşünün artık sürekli aldığım bir dergi olduğu halde kapaktan anımsayamadım) bir derginin o raflarda işi ne? Bunu öğrenmek istiyorum, dememle birlikte kasiyer kız bir kadın yetkiliyle konuşmaya gitti. Kadın geldi ve hiç benimle muhatap olmadan derginin üzerindeki fiyatı söyleyip verin parasını dedi. Hayır dedim. Çünkü onun iki katı para alınmıştı benden. Söylediklerinde gene sinirli biçimde onu verin dedi ama beni dövecek nerdeyse. Bu sefer de ben sakin bir biçimde tavrının hiç hoş olmadığını söyledim. Yine üzerime saldırırcasına cevap yetiştirmeye devam etti. Bir ara ağzından yoğun iş temposu ile ilgili yakınma çıkınca dur dedi içimdeki ses. Seninle ilgili değil. Teşekkür ettim ve gitti.
Daha durun olay bitmedi. Fiş istediler. Fişi gidip alayım kâğıt dönüşümden dedim süre kısa olduğu için. Bir de ne göreyim yağmurdan içi su dolmuş, üstelik kâğıt dışında bir sürü çöp dolu içi. İnat ettim daldırdım elimi iğrensem de. Bir fiş aldım o mu değil mi derken kendime kızdım vazgeçtim. İçeri girdim durumu izah ettim burunlarından kıl aldırmıyorlar. Fiş yoksa para da yok diyorlar. Tamam dedim dergiyi aldım çıkıyorum. İçim isyan etti. Aptal olmadığımı en başta kendime kanıtlamak zorundaydım. Çıkarken geri döndüm. Ben yazılı olarak şikâyette bulunmak istiyorum dedim. Hemen bir erkek çalışana bildirdiler durumu. O da harekete geçti ben hallederim dedi. Bir saat öncesine yönelik fişlerden hareketle benim işim halloldu.
Paramı aldım. Para 29 lira. Utanç yaşadım bir tarafımla o direnci yaşarken o kasanın önünde. Çünkü bilenler bilir, öyle çok hesabını kitabını bilen bir insan değilimdir. Önceliklerim doğrultusunda limitimi bile aşan bir insanım. Fakat orada kendi kendimle bir hesaplaşma vardı. Bunu yaparken çok farkındaydım. Kimseye haddini bildirmek amacıyla hareket etmedim. Sonuca odaklanmadım, sadece sesimin duyulmasıydı isteğim. Çünkü bu bana iyi gelecekti. İşte orada yazıya olan inancım imdadıma yetişti. Söz uçar ama yazı kalır. İstedim ki yazıya dökülsün Özlen’in, Özlen’e olan inancı artsın. Nitekim işler çözülüverdi.
Yazarken yoruldum. Siz okurken zorlanmazsınız inşallah. Çünkü duyguların kolektif olduğuna inanırım. Özünde bu gün dışarıdan baktığımda kendimi çok yorduğumu gördüm. Hani ‘haklı mı huzurlu mu olmak ‘ arasındaki seçimini, ‘huzurdan’ yana kullanma kararı almıştın diye de kızgınlık yaşadım kararımın arkasında duramadığım için. Değiştiremeyeceğim bir şey sistemin bu yamuklukları. Öyleyse lütfen kendini yorma deyip sarılasım geliyor kendime. Benim en çok kendi şefkatime ihtiyacım var. Kendimi köşeye sıkıştırmakta üstüme yok maşallah (!)
Sistem derken herhangi siyasi bir bilincin seçiminden bahsetmiyorum. Ben ve atalarım bu konuda artık dersimizi almış olalım ki bizden sonrakiler bu konuda acı çekmesinler isterim. Sürgünü de hapsi de kardeşin kardeşe düşmanlığı da ne dersen hepsi yaşandı bitti diyelim ve öyle olsun. Bu söylemim daha üst perdeden. Kısaca insan olmakla ilgili.
Bir ara bunaldım ve yazmayı bıraktım ve yürüyüşe çıktım. “Bu memlekette esnaf kaldırıma sandalye koyduğu sürece...” cümlesi eş zamanlı olarak kulağıma çalındı kaldırımda teğet geçtiğim iki kadının sohbetinde. Bir zamanlar sözlü uyarılarda bulunurken yazılı olarak şikâyet mi etsem dediğim alanlardan biridir kendileri. Aman aman deyip uzaklaştım.
Sonra hafta sonu bir grupla etkinlikteyken kadın erkek ilişkileri üzerine çatışmalar yaşandı ve bir erkek arkadaşım tespitte bulundu benim söylediklerime karşı:
-Desene toplumu değiştireceğiz!
-Hayır, ben kendimi değiştirmeye çalışıyorum.
Dedim ama aslında devamını da içimden getirdim.
Ne haddime dünyayı değiştirmek şu kadarcık bakış açımı bile değiştiremezken. Hem kim bilebilir ki en iyisini kibirli bir yerden bakmadığı sürece!
Daha bir sürü sanki çorap söküğü gibi çektikçe gelen, üst üste yaşanılan birçok olay oldu o hafta. Birden mahkeme salonu mekân olarak gözümün önünde canlandı ve dilimde o ünlü cümle:
-Yaz kızım...